FiLozofLar...
1 sayfadaki 1 sayfası
FiLozofLar...
[size=21]
(1712-1804) Alman düşünür. Felsefe sorunlarına eleştirici bir tutumla çözüm bulmaya ahlak ile doğal hukuku bağdaştırmaya çalıştı. Volkstadt' ta doğdu. Wilna' da öldü. İlk ve ortaöğrenimim doğduğu yerde
yükseköğrenimini Erlangen Üniversitesi' nde bitirdi. Önce ilk Çağ
felsefesiyle ilgilendi sonra Kant ve Reinhold' un görüşlerini
benimsedi. Daha sonra onlardan ayrı bir yol tuttu. Berlin Bilimler
Akademisi' nin açtığı bir yarışmaya Leibniz-Wolff dönemi metafizik sorunlarıyla ilgili bir çalışma ile katıldı
ödül kazandı (1796). Erlangen Üniversitesi' nde felsefe okuttu.
Arkadaşı Born ile Kant'ın felsefesini yayma amacını güden Neues
Philosophisches Magazin zur Erlanterung des Kantischen Systems adlı bir
dergi çıkardı (1789-1791). Abicht felsefeye Kant' ın geliştirdiği sorunlar üzerinde çalışmakla onlara yeni yorumlar aramakla girdi
sonra bu yorumcu tutumu bırakarak ahlak ve doğal tüze sorunlarım
incelemeye koyuldu. Ona göre doğal hukuk ile ahlak ilkeleri arasında köken bakımından bağlantı vardır. Ahlakın değişmeyen
genel geçerlik taşıyan ilkeleri yalnız duyu verilerinden kaynaklanan
bir bilginin ürünü değildir. Birtakım deney öncesi düzenleyici ilkeler
de vardır. Bir bilgi varlığı olan insan doğal olarak
özgürdür. Onun uyması gereken kurallar dışa dayalı düşünce ilkeleridir.
Bilginin iki kaynağı vardır: Biri duyularla sağlanan ilk verilerdir. Bu
veriler anlayış gücünde işlenir yeni biçimler kazanarak bilgiye dönüşür. Öteki kaynak ise düşünme yeteneğidir. Bu yetenekte deney öncesi birtakım ilkeler vardır. Deney bilgisi duyu verilerinin bu ilkelere göre düzenlenip biçimlenmesiyle geçerlik kazanır. Us tek yol gösterici denetleyici düzenleyici yetenektir
yargı gücünün kaynağıdır. Bu nedenle bütün davranışların us ilkelerine
uyması gerekir. Ahlaklı olmak us ilkelerine göre davranmaktır. Abicht
istenç doğal hukuk mantık ahlak bilgi metafizik konularında çalışmıştır. Bütün bu yapıtlarında
eleştirici bir yöntemin uygulandığı görülür. Onun felsefe alanında
başlıca özelliği de sorunların çözümünde eleştiriye ağırlık vermesidir.[/size]
ABICHT Johannes Heinrich
(1712-1804) Alman düşünür. Felsefe sorunlarına eleştirici bir tutumla çözüm bulmaya ahlak ile doğal hukuku bağdaştırmaya çalıştı. Volkstadt' ta doğdu. Wilna' da öldü. İlk ve ortaöğrenimim doğduğu yerde
yükseköğrenimini Erlangen Üniversitesi' nde bitirdi. Önce ilk Çağ
felsefesiyle ilgilendi sonra Kant ve Reinhold' un görüşlerini
benimsedi. Daha sonra onlardan ayrı bir yol tuttu. Berlin Bilimler
Akademisi' nin açtığı bir yarışmaya Leibniz-Wolff dönemi metafizik sorunlarıyla ilgili bir çalışma ile katıldı
ödül kazandı (1796). Erlangen Üniversitesi' nde felsefe okuttu.
Arkadaşı Born ile Kant'ın felsefesini yayma amacını güden Neues
Philosophisches Magazin zur Erlanterung des Kantischen Systems adlı bir
dergi çıkardı (1789-1791). Abicht felsefeye Kant' ın geliştirdiği sorunlar üzerinde çalışmakla onlara yeni yorumlar aramakla girdi
sonra bu yorumcu tutumu bırakarak ahlak ve doğal tüze sorunlarım
incelemeye koyuldu. Ona göre doğal hukuk ile ahlak ilkeleri arasında köken bakımından bağlantı vardır. Ahlakın değişmeyen
genel geçerlik taşıyan ilkeleri yalnız duyu verilerinden kaynaklanan
bir bilginin ürünü değildir. Birtakım deney öncesi düzenleyici ilkeler
de vardır. Bir bilgi varlığı olan insan doğal olarak
özgürdür. Onun uyması gereken kurallar dışa dayalı düşünce ilkeleridir.
Bilginin iki kaynağı vardır: Biri duyularla sağlanan ilk verilerdir. Bu
veriler anlayış gücünde işlenir yeni biçimler kazanarak bilgiye dönüşür. Öteki kaynak ise düşünme yeteneğidir. Bu yetenekte deney öncesi birtakım ilkeler vardır. Deney bilgisi duyu verilerinin bu ilkelere göre düzenlenip biçimlenmesiyle geçerlik kazanır. Us tek yol gösterici denetleyici düzenleyici yetenektir
yargı gücünün kaynağıdır. Bu nedenle bütün davranışların us ilkelerine
uyması gerekir. Ahlaklı olmak us ilkelerine göre davranmaktır. Abicht
istenç doğal hukuk mantık ahlak bilgi metafizik konularında çalışmıştır. Bütün bu yapıtlarında
eleştirici bir yöntemin uygulandığı görülür. Onun felsefe alanında
başlıca özelliği de sorunların çözümünde eleştiriye ağırlık vermesidir.[/size]
Geri: FiLozofLar...
ADELHARD [ Bath'lı ]
(1090-1160)
İngiliz düşünür ve tanrıbilimci. Chartres Okulu' na bağlıdır. Öz-biçim
sorununun çözümünde Aristoteles ile Platon' u bağdaştırmaya
çalışmıştır. Bath' da doğdu Bristol' da öldü. İlköğrenimini doğduğu yerde gördükten sonra Fransa' ya gitti yükseköğrenimi bitirdi. Sonra Laon' da Anselmus' un kurduğu okulda bir süre öğretmenlik yaptı. İtalya İspanya Anadolu ve değişik Arap ülkelerini kapsayan uzun bir geziye çıktı. Yedi yıl süren bu geziden sonra
Araplar' dan edindiği bilgileri tanıtmak amacıyla İngiltere' ye döndü.
Araplar' dan öğrendiği Eukleides' in Stoikheiai("İlkeler") adlı
çalışmasını Arap bilginlerinin matematik ve gökbilimle ilgili değişik yapıtlarını çevirdi. Bu gezisi süresince edindiği bilgilere sürdürdüğü çalışmalara dayanan Quaestiones Naturales ("Doğa Sorunları") De Eodem et Diverso ("Özdeşlik ve Çeşitlilik Üstüne") adlı yapıtlarını yazdı. Adelhard felsefeye Arap düşünürlerinin çalışmalarını incelemekle
görüşlerini öğrenmekle girdi. Aristoteles ve Platon' un o dönemde
bilinen yazılarını yorumlayan Arap bilginleri akıl ilkelerine dayanan
ve genellikle Aristoteles mantığından kaynaklanan bir yöntemi
benimsemişlerdi. Felsefe ve tanrıbilim sorunlarının yorumlanmasında
uygulanan bu yöntemi benimseyen Adelhard
gelenekçi İngiliz tanrıbilimciliğine karşı çıktı. Tanrıbilim
sorunlarının akılcı bir yöntemle çözümlenmesi gereğini ileri sürdü.
Felsefe ile tanrıbilim sorunlarının belli bir "neden" kavramı üzerinde
yoğunlaştığı görüşünü savundu. Ona göre bütün varlık türleri ve bilinen
nesnelerin oluşumunda genel geçerlik taşıyan
belli bir neden vardır. Tanrı' nın yaratıcı gücü de bu ‘’neden" le
bağlantılıdır. Tanrısal gücün belli bir "neden" e dayanması bir
eksıklik değildir. Varlık kavramı altında toplanan bütün nesneleri
yaratan Tanrı
belli bir "neden" e dayanmadan edemez. Tümel kavramlar tanrısal bir
anlayış gücünde önceden vardır. Yaratılış eylemi bu kavramlara göredir
ve onlardan sonradır. Bireysel anlayış gücü bu kavramların varlığını öncelliğini düşünerek kavrayabilir. Algılama
bu tanrısal kavramların sınırlarını aşamaz. Bilginin kazanılmasında
başlıca etken temel ilkeleri kavramaktır. Bu temel ilkelerin kavranması
da matematik kurallarına göre davranmakla olabilir. Matematiğin
uyguladığı tümdengelim yöntemi maddenin madde evreninin tanınmasını
bilinmesini sağlar. Bilginin sağlanmasında us ilkelerine dayanan
matematik yönteminin uygulanması gereklidir. Tanrı ilk devindirici
güçtür. Tanrı istenci dışında bir devinim söz konusu değildir.
Devinimden yola çıkarak ilk devindirici olan tanrısal gücü yani Tanrı' yı kavrama olanağı vardır. İnsan akıl yürüten bir varlıktır ölümlüdür; ancak ruh ölümlü değildir. Ölüm ruhla gövdenin ayrışması ruhun gövdeden uzaklaşmasıdır insanda maddeyle ilgisi olmayan özellikler vardır. Hayvanda duyum olmadığı gibi insan varlığının özünü oluşturan ruh da yoktur. Bu özellik hayvanın
evren bütünü içinde bir "tür" olmasından kaynaklanır. Salt duyularla
algılanabilen nesnelerde "tür" ve "çeşit" ayrımı vardır. Sözgelişi
hayvan için "tür" insan için "çeşit" ve "birey" söz konusudur. Adelhard "tür" ve "birey" konusunda Aristoteles'in ve ondan kaynaklanan
Orta Çağ tanrıbilimcilerinin izinden gitmiştir. Evrenin yapısı ve
düzeni konusunda da Platon ile Aristoteles' in görüşlerini uzlaştırmaya
çalışmış yeni bir görüş getirmemiştir. Onun düşünce tarihindeki önemi daha çok Arap düşünürlerinin yapıtlarına dayanması onları çevirerek Avrupa aydınlarına tanıtmasındadır. Adelhard Avrupa Orta Çağı' nda
Yunan-Roma ilk Çağı ve özellikle felsefesini tanıma ve İlk Çağ düşünce
ürünlerini yazıldıkları diller olan Yunanca ve Latince' den öğrenme
çalışmalarına ve böylece yeni bir dönemin başlamasına yol açmıştır.
Daha sonraki dönemlerde Yunan-Latin ilk Çağı' nı kendi kaynaklanndan tanıma amacım güden çalışmalar nedeniyle bilimsel bakımdan bir Doğu-Batı yakınlaşması başlamıştır. Bu arada yine Adelhard’ ın çevirileriyle Arap felsefesi Batı’ da ilgi uyandırmış yeni bir çalışma alanı açmıştır
(1090-1160)
İngiliz düşünür ve tanrıbilimci. Chartres Okulu' na bağlıdır. Öz-biçim
sorununun çözümünde Aristoteles ile Platon' u bağdaştırmaya
çalışmıştır. Bath' da doğdu Bristol' da öldü. İlköğrenimini doğduğu yerde gördükten sonra Fransa' ya gitti yükseköğrenimi bitirdi. Sonra Laon' da Anselmus' un kurduğu okulda bir süre öğretmenlik yaptı. İtalya İspanya Anadolu ve değişik Arap ülkelerini kapsayan uzun bir geziye çıktı. Yedi yıl süren bu geziden sonra
Araplar' dan edindiği bilgileri tanıtmak amacıyla İngiltere' ye döndü.
Araplar' dan öğrendiği Eukleides' in Stoikheiai("İlkeler") adlı
çalışmasını Arap bilginlerinin matematik ve gökbilimle ilgili değişik yapıtlarını çevirdi. Bu gezisi süresince edindiği bilgilere sürdürdüğü çalışmalara dayanan Quaestiones Naturales ("Doğa Sorunları") De Eodem et Diverso ("Özdeşlik ve Çeşitlilik Üstüne") adlı yapıtlarını yazdı. Adelhard felsefeye Arap düşünürlerinin çalışmalarını incelemekle
görüşlerini öğrenmekle girdi. Aristoteles ve Platon' un o dönemde
bilinen yazılarını yorumlayan Arap bilginleri akıl ilkelerine dayanan
ve genellikle Aristoteles mantığından kaynaklanan bir yöntemi
benimsemişlerdi. Felsefe ve tanrıbilim sorunlarının yorumlanmasında
uygulanan bu yöntemi benimseyen Adelhard
gelenekçi İngiliz tanrıbilimciliğine karşı çıktı. Tanrıbilim
sorunlarının akılcı bir yöntemle çözümlenmesi gereğini ileri sürdü.
Felsefe ile tanrıbilim sorunlarının belli bir "neden" kavramı üzerinde
yoğunlaştığı görüşünü savundu. Ona göre bütün varlık türleri ve bilinen
nesnelerin oluşumunda genel geçerlik taşıyan
belli bir neden vardır. Tanrı' nın yaratıcı gücü de bu ‘’neden" le
bağlantılıdır. Tanrısal gücün belli bir "neden" e dayanması bir
eksıklik değildir. Varlık kavramı altında toplanan bütün nesneleri
yaratan Tanrı
belli bir "neden" e dayanmadan edemez. Tümel kavramlar tanrısal bir
anlayış gücünde önceden vardır. Yaratılış eylemi bu kavramlara göredir
ve onlardan sonradır. Bireysel anlayış gücü bu kavramların varlığını öncelliğini düşünerek kavrayabilir. Algılama
bu tanrısal kavramların sınırlarını aşamaz. Bilginin kazanılmasında
başlıca etken temel ilkeleri kavramaktır. Bu temel ilkelerin kavranması
da matematik kurallarına göre davranmakla olabilir. Matematiğin
uyguladığı tümdengelim yöntemi maddenin madde evreninin tanınmasını
bilinmesini sağlar. Bilginin sağlanmasında us ilkelerine dayanan
matematik yönteminin uygulanması gereklidir. Tanrı ilk devindirici
güçtür. Tanrı istenci dışında bir devinim söz konusu değildir.
Devinimden yola çıkarak ilk devindirici olan tanrısal gücü yani Tanrı' yı kavrama olanağı vardır. İnsan akıl yürüten bir varlıktır ölümlüdür; ancak ruh ölümlü değildir. Ölüm ruhla gövdenin ayrışması ruhun gövdeden uzaklaşmasıdır insanda maddeyle ilgisi olmayan özellikler vardır. Hayvanda duyum olmadığı gibi insan varlığının özünü oluşturan ruh da yoktur. Bu özellik hayvanın
evren bütünü içinde bir "tür" olmasından kaynaklanır. Salt duyularla
algılanabilen nesnelerde "tür" ve "çeşit" ayrımı vardır. Sözgelişi
hayvan için "tür" insan için "çeşit" ve "birey" söz konusudur. Adelhard "tür" ve "birey" konusunda Aristoteles'in ve ondan kaynaklanan
Orta Çağ tanrıbilimcilerinin izinden gitmiştir. Evrenin yapısı ve
düzeni konusunda da Platon ile Aristoteles' in görüşlerini uzlaştırmaya
çalışmış yeni bir görüş getirmemiştir. Onun düşünce tarihindeki önemi daha çok Arap düşünürlerinin yapıtlarına dayanması onları çevirerek Avrupa aydınlarına tanıtmasındadır. Adelhard Avrupa Orta Çağı' nda
Yunan-Roma ilk Çağı ve özellikle felsefesini tanıma ve İlk Çağ düşünce
ürünlerini yazıldıkları diller olan Yunanca ve Latince' den öğrenme
çalışmalarına ve böylece yeni bir dönemin başlamasına yol açmıştır.
Daha sonraki dönemlerde Yunan-Latin ilk Çağı' nı kendi kaynaklanndan tanıma amacım güden çalışmalar nedeniyle bilimsel bakımdan bir Doğu-Batı yakınlaşması başlamıştır. Bu arada yine Adelhard’ ın çevirileriyle Arap felsefesi Batı’ da ilgi uyandırmış yeni bir çalışma alanı açmıştır
Geri: FiLozofLar...
Max Adler
(1873-1937)
Avusturyalı düşünür ve siyaset ada*mı. Avusturya Marxizmi'nin
kuru*cularından ve Avusturya Sosyal De*mokrat Partisi'nin sol kanat
temsilcilerindendir. 15 Ocak 1873'te Viyana' da doğdu. 1896' da hukuk
öğrenimini bitirdi. 1904-1922 arasında Marx-Studien dergisinin
editörlüğünü yaptı. Aynı dönemde Der Kampf dergisinde makaleler yazdı.
1907'de Karl Renner ile birlikte Viyana Sosyoloji Topluluğu' nu kurdu.
1920-1923 arasında Avusturya Sosyal Demok*rat Partisi' nin milletvekili
olarak parlamentoda bu*lundu. 1934' te Viyana Üniversitesinde sosyoloji
ders*leri vermeye başladı. 28 Haziran 1937'de Viyana'da öldü. Adler "Avusturya Marxizmi" olarak bilinen ve 1904' ten sonra Karl Renner Rudolf Hilferding ve Otto Bauer tarafından kurulan okulun felsefi kuramcısıdır. Sosyalist düşünce tarihinde
tarihsel maddeci*liğin " revizyonu" denemelerinin yoğunlaştığı ve
fel*sefeye yeni bir ilginin doğmaya başladığı bir dönemde Adler Marxizm' in ekonomik determinizm temeline dayanan yorumlarına karşı çıkmış tarihsel maddecili*ği Yeni-Kantçı felsefeyle bağdaştırmaya çalışmıştır. Marx' ın öğretisini yaşadığı dönemin sosyal ekono*mik ve siyasal koşullarına uyarlamak isterken ve Marxizm' in değişmeye açık bir sentez olduğunu ileri sürerken bireylerin düşünsel etkinliğini ön plana çıkaran görüşlerin savunuculuğunu yapmıştır. Adler
Kausalitaet und Teleologie im Streite um dıe Wissenschaft ("Bilim
Tartışmasında Nedensellik ve Teleoloji") adlı ilk kitabını 1904' te
yayımladı. Kant' ın "sentetik a priori" adını verdiği insan zihnine ilişkin mutlak sınırları toplumsal düzeyde ele alan Adler
insan zihninin toplumsal koşullar tarafından belirlendiğini ileri
sürmüş ve bunun yol açtığı sınırlara "sosyal a priori" adını vermiştir.
Adler' e göre insan zihni toplum tarafından sunulan verileri seçerken özgür olmakla birlikte çevre ve koşullar insanın bilgi ve eyleme ilişkin tercihlerini sınırlandırmaktadır. Bu bağlamda insan zihninin kendi dışındaki "tarafsız" bir veriler bütününü dolaysız bir nesnellik içinde edinmesi mümkün değildir insan zihni edilgen bir algılayıcı olmakla kalmaz yöneldiği dışsal gerçeği biçimlendirir de. Bu görüşlerden yola çıkan Adler Lenin ve Kautsky' nin tarihsel maddecilik anlayışını eleştirmiş bu yaklaşımın bireyi ekonomik güçlerin basit bir aracı durumuna indirgediğini ileri sürmüş*tür. Adler' e göre Marx insan duygu ve düşüncelerini maddenin dolaysız bir yansıması olarak ele almamış zihnin maddeden görece bağımsız işleyişini de vurgu*lamıştır. Marx
insanı fiziksel ve fizyolojik süreçler tarafından belirlenen bir makine
olarak tanımlayan kaba maddeci yaklaşımlara karşı çıkmış ve sorunu
zihin ile madde birey ile toplum arasındaki diyalektik bir ilişki olarak ele almıştır. Adler' e göre toplum
maddi güçlerin bütünlüğü ile düşünsel-ruhsal çabaların birliğinden
oluşmaktadır. İnsan pratiği aynı zamanda felsefi ideallerin
gerçekleştirilmesine de hizmet etmektedir. Bu bağlamda bilim ile ahlak toplumsal yasaların belirleyiciliği ile amaçlanan idealler tarihsel maddecilik ile felsefe arasında aşılmaz uçurumlar yoktur. Adler
Marx' ın gençlik döneminde yazmış oldu*ğu Zur Kritik der HegeVschen
Rechtsphilosophie ("Hegerin Hukuk Felsefesinin Eleştirisi") adlı
kitabın*da "Hümanist Marxizm" olarak adlandırılabilecek bir anlayışı
doğrulayan kanıtlar olduğunu ileri sürmüş*tür. Lukacs' ın Marx’ ın
gençlik dönemindeki yazıları*nı Hegelci bir yaklaşımla yorumlaması gibi
Adler de Marx' ın bu dönemindeki yazılarını Kantçı bir bakış açısıyla
yeniden değerlendirmiştir. Kişiliğin yaratıcı bütünselliğini insanın en
yüce amacı olarak nitelendi*ren Yeni-Kantçı felsefeden yola çıkan Adler daha zengin bir bireyselliğe ulaşmış sosyalist insanın oluş*turulması gerektiğini savunmuştur. Bir siyaset adamı olarak Adler
1888' de Victor Adler tarafından kurulan ve içinde farklı siyasal
eğilimleri barındıran Avusturya Sosyal Demokrat Partisi' nin sol
kanadında yer almıştır. Mücadelesini esas olarak genel oy hakkının elde
edilmesi ve parlamenter yoldan iktidara gelinmesi çizgisinde sür*düren
Avusturya Sosyal Demokrat Partisi içinde proletarya diktatörlüğünü ve
işçi konseylerini savun*muştur. Bununla birlikte Adler' in Avusturya Sosyal Demokrat Hareketi içindeki düşünsel etkinliği esas olarak siyasal mücadele düzeyinde değil felsefi dü*zeyde olmuştur.
YAPITLAR: Kausalitaet und Teleologie im Streite um die Wissenschaft 1904 ("Bilim Tartışmasında Nedensel*lik ve Teleoloji*); Marx als Denker 1908 ("Bir Düşünür Olarak Marx’’); Das Soziologische in Kant's Erkenntnis kritiky 1925 ("Kant'ınBilgi Eleştirisinde Sosyolojik Öğe*ler"); Das Raetsel der Gesellschafu 1935 (Toplumun Gizemi)
(1873-1937)
Avusturyalı düşünür ve siyaset ada*mı. Avusturya Marxizmi'nin
kuru*cularından ve Avusturya Sosyal De*mokrat Partisi'nin sol kanat
temsilcilerindendir. 15 Ocak 1873'te Viyana' da doğdu. 1896' da hukuk
öğrenimini bitirdi. 1904-1922 arasında Marx-Studien dergisinin
editörlüğünü yaptı. Aynı dönemde Der Kampf dergisinde makaleler yazdı.
1907'de Karl Renner ile birlikte Viyana Sosyoloji Topluluğu' nu kurdu.
1920-1923 arasında Avusturya Sosyal Demok*rat Partisi' nin milletvekili
olarak parlamentoda bu*lundu. 1934' te Viyana Üniversitesinde sosyoloji
ders*leri vermeye başladı. 28 Haziran 1937'de Viyana'da öldü. Adler "Avusturya Marxizmi" olarak bilinen ve 1904' ten sonra Karl Renner Rudolf Hilferding ve Otto Bauer tarafından kurulan okulun felsefi kuramcısıdır. Sosyalist düşünce tarihinde
tarihsel maddeci*liğin " revizyonu" denemelerinin yoğunlaştığı ve
fel*sefeye yeni bir ilginin doğmaya başladığı bir dönemde Adler Marxizm' in ekonomik determinizm temeline dayanan yorumlarına karşı çıkmış tarihsel maddecili*ği Yeni-Kantçı felsefeyle bağdaştırmaya çalışmıştır. Marx' ın öğretisini yaşadığı dönemin sosyal ekono*mik ve siyasal koşullarına uyarlamak isterken ve Marxizm' in değişmeye açık bir sentez olduğunu ileri sürerken bireylerin düşünsel etkinliğini ön plana çıkaran görüşlerin savunuculuğunu yapmıştır. Adler
Kausalitaet und Teleologie im Streite um dıe Wissenschaft ("Bilim
Tartışmasında Nedensellik ve Teleoloji") adlı ilk kitabını 1904' te
yayımladı. Kant' ın "sentetik a priori" adını verdiği insan zihnine ilişkin mutlak sınırları toplumsal düzeyde ele alan Adler
insan zihninin toplumsal koşullar tarafından belirlendiğini ileri
sürmüş ve bunun yol açtığı sınırlara "sosyal a priori" adını vermiştir.
Adler' e göre insan zihni toplum tarafından sunulan verileri seçerken özgür olmakla birlikte çevre ve koşullar insanın bilgi ve eyleme ilişkin tercihlerini sınırlandırmaktadır. Bu bağlamda insan zihninin kendi dışındaki "tarafsız" bir veriler bütününü dolaysız bir nesnellik içinde edinmesi mümkün değildir insan zihni edilgen bir algılayıcı olmakla kalmaz yöneldiği dışsal gerçeği biçimlendirir de. Bu görüşlerden yola çıkan Adler Lenin ve Kautsky' nin tarihsel maddecilik anlayışını eleştirmiş bu yaklaşımın bireyi ekonomik güçlerin basit bir aracı durumuna indirgediğini ileri sürmüş*tür. Adler' e göre Marx insan duygu ve düşüncelerini maddenin dolaysız bir yansıması olarak ele almamış zihnin maddeden görece bağımsız işleyişini de vurgu*lamıştır. Marx
insanı fiziksel ve fizyolojik süreçler tarafından belirlenen bir makine
olarak tanımlayan kaba maddeci yaklaşımlara karşı çıkmış ve sorunu
zihin ile madde birey ile toplum arasındaki diyalektik bir ilişki olarak ele almıştır. Adler' e göre toplum
maddi güçlerin bütünlüğü ile düşünsel-ruhsal çabaların birliğinden
oluşmaktadır. İnsan pratiği aynı zamanda felsefi ideallerin
gerçekleştirilmesine de hizmet etmektedir. Bu bağlamda bilim ile ahlak toplumsal yasaların belirleyiciliği ile amaçlanan idealler tarihsel maddecilik ile felsefe arasında aşılmaz uçurumlar yoktur. Adler
Marx' ın gençlik döneminde yazmış oldu*ğu Zur Kritik der HegeVschen
Rechtsphilosophie ("Hegerin Hukuk Felsefesinin Eleştirisi") adlı
kitabın*da "Hümanist Marxizm" olarak adlandırılabilecek bir anlayışı
doğrulayan kanıtlar olduğunu ileri sürmüş*tür. Lukacs' ın Marx’ ın
gençlik dönemindeki yazıları*nı Hegelci bir yaklaşımla yorumlaması gibi
Adler de Marx' ın bu dönemindeki yazılarını Kantçı bir bakış açısıyla
yeniden değerlendirmiştir. Kişiliğin yaratıcı bütünselliğini insanın en
yüce amacı olarak nitelendi*ren Yeni-Kantçı felsefeden yola çıkan Adler daha zengin bir bireyselliğe ulaşmış sosyalist insanın oluş*turulması gerektiğini savunmuştur. Bir siyaset adamı olarak Adler
1888' de Victor Adler tarafından kurulan ve içinde farklı siyasal
eğilimleri barındıran Avusturya Sosyal Demokrat Partisi' nin sol
kanadında yer almıştır. Mücadelesini esas olarak genel oy hakkının elde
edilmesi ve parlamenter yoldan iktidara gelinmesi çizgisinde sür*düren
Avusturya Sosyal Demokrat Partisi içinde proletarya diktatörlüğünü ve
işçi konseylerini savun*muştur. Bununla birlikte Adler' in Avusturya Sosyal Demokrat Hareketi içindeki düşünsel etkinliği esas olarak siyasal mücadele düzeyinde değil felsefi dü*zeyde olmuştur.
YAPITLAR: Kausalitaet und Teleologie im Streite um die Wissenschaft 1904 ("Bilim Tartışmasında Nedensel*lik ve Teleoloji*); Marx als Denker 1908 ("Bir Düşünür Olarak Marx’’); Das Soziologische in Kant's Erkenntnis kritiky 1925 ("Kant'ınBilgi Eleştirisinde Sosyolojik Öğe*ler"); Das Raetsel der Gesellschafu 1935 (Toplumun Gizemi)
Geri: FiLozofLar...
Theodor Wiesengrund Adorno
(1903- ' 1969) Toplumbilim ruhbilim ve müzik- bilim alanlarında da çalışmış
Frankfurt ' Okulu'nun "eleştirel kuram"ının felsefi mimarlarından olan
Alman düşünür. Sonraları tüm felsefece görüşlerine damgasını vuracak
olan Kant'ın Arı Usun Eleştirisi adli kitabını toplum eleştirmeni ve
sinema kuramcısı Siegfried Kracauei le birlikte I. Dünya Savaşı'nın
bitmesine yakın her cumartesi öğleden sonraları okumaya başladı.
Kracauer'in rehberliği Adorno'ya bu kitabın yalnızca bir bilgikuramı kitabı olmadığını
aynı zamanda tinin tarihsel konumunun da okunabileceği kodlanmış bir
metin olduğunu düşündürttü. Annesinin ve kızkardeşinin etkileriyle
müziğe karşı beslediği ilgiyi beste yapmaya dek vardırır düşünür II.
Dünya Savaşı yıllarını ise Cafifornta'da sürgünde geçirdi. Adorno
1924'rı Joham Wolfgang Goethe Universitesi nde Edmund Husserl üzerine
yazdığı tezi tamamla***** fesefe doktoru derecesini aldı. Bir yıl sonra
Alban Berg ile kompozisyon çalışmak ve Arnold Schoenberg etrafinda
toplanmış müzisyenlere
bestecilere katılmak için Viyana'ya gitti. Viyana gezisinin Adorno
üzerindeki etkisi çok kalıcı oldu; "yeni müziğin' hem önde gelen bir
savunucusu oldu
hem de felsefece biçemi Schoenberg ile Bergin "atonal" kompozisyon
tekniklerinin izlerini hep taşıyacak hale geldi. Frankfutt'taki
çalışmalarına dönen Adorno Kierkegııard Konstrııktion der Astetichen (Kierkegaard: Estetik Olanın Kuruluşu I933) adli kitabıyla doçentlik sınavını verdi. Bu güç kitapta üç konu daha bir öne çıkmaktadır: a) Kierkegnard' da öznellik kavramında olduğu gibi
varoluşsal öğeleri soyut kategorilece dönüştürmek yoluyla
varoluşçuluğun somutlaşma arzusunun açığa çıkarılarak eleştirilmesi; b)
şeyleşmiş toplumsal dünyanın yani kişilerin üzerinde baskı kuran
öznelligin savlarına kayıtsız kalan kurumlar dünyasının bir okuması; c)
tanrıbilimsel düşüncelerin tarihsel ve maddi somutlaştırılmasının
sağlanması girişimi. Adorno
Hitler Almanyasi’ ndan 1934' te kaçarak Oxford'a Memın College'a geldi.
Burada geçirdiği üç buçuk yıl içinde o zamanlar arkadaşı Max
Horkheimer’in yönetimindeki Institut für Sozial (Toplumsal Araştırmalar
Enstitüsü) dergisine makaleler yazdı; daha .sonra 1956'da yayımlanacak
Husserl üzerine bir kitap hazırladı. II. Dünya Savaşı yıllarını ABD'de
geçiren düşünür bu sıralarda Horkheimer ile ortaklaşa Dialektik derAufklarung (Aydınlanmanın Diyalektiği
1947) adlı kitabı yazdı. Savaş sona erince Enstitü'yü yeniden kurmak
için Frankfurt'a dönen Adorno izleyen yirmi yıl içinde müzik edebiyat eleştirisı toplumsal kuram ve felsefe üzerine çığır açıcı pek çok kitap ve makale yazdı. Örneğin 1957 tarihli "Sociology and Empirical Research" (Toplumbilim ve Deneysel Araştırma) adli makalesi artık
1960'larda Almanya'yı kasıp kavuran "olguculuk tartışması"nın
başlatması sayılmaktadır. Adorno'nun iki önemli felsefe kitabı da bu
dönemde yazılmıştır: Negative Diyalektik (Olumsuzlayıcı Diyalektik 1966 ile Astetiche Theorie (Estetik Kuramı 1970). Adorno'nun felsefesi içinde yaşadığı toplumsal dünya anlayışına gösterdiği bir tepki olarak okunabilir. O ileri Ban toplumlarının Mark’ın çözümlediği kapitalist üretim ilişkileriyle kurulmuş olduğundan asla kuşku duymamış
özellikle de Mark’ın meta fetişizmi ile kullanım değerinin değişim
değerince baskı altına alındığı. konusundaki görüşlerine tümüyle
kalmıştır. Adorno ayrıca iktisadı biçimlendiren düzeneklerin aynısının
sonuçta kültürel etkinlikleri de belirdiği düşüncesini de benimser.
Sermayenin iktisadı ussallaştırmasının doğal sonucu tahakküm ve yoksulluk (kabaca söylenirse "adaletsizlik' olurken
kültürün ussallaştırılmasının sonucu yabancılaşma ve anlamsızlık
(kabaca söylenirse "yoksayıcılik' olmaktadır. Avrupa'da faşizmin
yükselmesinin ve işçi hareketlerinin çözülmesinin ardında yatan -ve
daha sonraları Yahudi Soykırımı ile doruğuna ulaşan- nedenlere karşılık
Adorno
modern dünyanın toplumsal ve iktisadi örgüsüne sinmiş gerçekten kayda
değer ilerici eğilimlerin varlığından kuşku duymaya başladı. Hatta
modern toplumların ussallaştırılması tasarısının tamamlanmış olmaktan
uzak olduğuna ve dolayısıyla içgüdüsel olarak ilerici toplumsal
oluşumların gelişmeci kesimleri de içinde olmak üzere Marx'ın tarih
kuramının da egemen kapitalist üretimininkine benzer ussallaştırma
yapıları talep ettiğine inanmaya başladı. Adorno'ya göre modernliğin en
köklü ikilemlerinin kökeninde usun ve ussallaştırmanın bu yapıları varsa
modernliğin bunalımı temelde "usun bunalımı" demektir. Her şeyden önce
gerekli olan da usun eleştirilerek tedavi edilmesidir. Adorno'nun
modern usun bunalımının merkezinde yöntemin çözümlemenin sınıflandırmanın
evrenselliğin ve mantıksal dizgeliliğin her şeyden önce geldiği modem
bilimsel usçuluğun olduğuna inancı tamdır. Adorno nesnelerden kökten
bir biçimde bağımsız tanımlanan usun dağıldığını bozulduğunu ileri sürer. Aydınlanma’nın Diyalektiği ’nde Adorno ussallığın soykütüğünü çıkarmayı amaçlar. Aydınlanma insanın korkularının ve umutlarının bulaştığı doğal dünyaya söylenlere karşıdır. Usun söylenden üstünlüğü varsayımı böylelikle
usun insanbiçimci yansımalarından kurtuluşu haline gelir. Us dünyayı
öznel izdüşümlerden çok nesnel bir biçimde resmeder. Adorno
bu abartılı us tablosunu hem biçim hem de içerik bakımından çelişkili
bulur. Ona göre söylen de us da insanlığın kendisini söylensel
güçlerden kurtarmak gereksinimlerini karşılamak ve tutkularını doyurmak
için doğal dünya üzerinde denetim kurma savaşımı sonucu ortaya
çıkmıştır. Demek ki aydınlanmış usun özerkliği varsayımı için gerekli biçimsel nitelikler
gerçekte insanın doğayla savaşımı içinde insanın soykütüğü üzerinde
temellenmektedir. Aydınlanmış us nesnel değildir; doğayı denetim
altında tutmak isteyen insanın tutkularının hizmetindedir. böylesi bir
us insanın ayakta kalma güdüsünün somutlaşmasıyla dolayısıyla ancak kendisi bir araç oldukça anlam kazanır. Adorno'nun felsefece duruşu ya da etkinliği
kendisini açıkça sanatsal modernliğin eylemlerine ve yazgısına bağlar;
bu nedenle de iç tutarlılığı eksiksizdir. Adorno felsefenin foyasını
ortaya çıkarmak ister; usçuluğu ve anlama yetisini
bunların “özdeşi olmayan ötekisiyle” temellendirmek ister. Adorno’nun
diğer önemli yapıtları arasında Arnold Schönberg’in atonal müziğini
müzikal modernizmin en üst noktası olarak savunduğu Philosophie der
Neuen Musik (Yeni Müziğin Felsefesi -1949); somut bireysel deneyimin
modern
burjuva toplumundaki yokoluşuna ilişkin düşüncelerini yansıtan 153
çarpıcı aforizmadan oluşan Minima Moralia (1951); Husserl’e ilişkin
görüngübilimin kaçınılmaz soyutluğu ya da aradığı somutluğu yitirmeye
yazgılı oluşu üzerine duran ve yoğun bir okuma sonucu ortaya çıkan
Bilgikuramının Özeleştirisi: Husserl İle Görüngübilimsel Çatışkılar
Üstüne İncelemeler 1956); Hegel Üzerine Denemelerden oluşan Hegel Üstüne Üç Çalışma 1963ile Heidegger’in varoluşçuluğunu soyut ve tarih dışı olarak yorumladığı Sahicilik Jargonu sayılabilir.
(1903- ' 1969) Toplumbilim ruhbilim ve müzik- bilim alanlarında da çalışmış
Frankfurt ' Okulu'nun "eleştirel kuram"ının felsefi mimarlarından olan
Alman düşünür. Sonraları tüm felsefece görüşlerine damgasını vuracak
olan Kant'ın Arı Usun Eleştirisi adli kitabını toplum eleştirmeni ve
sinema kuramcısı Siegfried Kracauei le birlikte I. Dünya Savaşı'nın
bitmesine yakın her cumartesi öğleden sonraları okumaya başladı.
Kracauer'in rehberliği Adorno'ya bu kitabın yalnızca bir bilgikuramı kitabı olmadığını
aynı zamanda tinin tarihsel konumunun da okunabileceği kodlanmış bir
metin olduğunu düşündürttü. Annesinin ve kızkardeşinin etkileriyle
müziğe karşı beslediği ilgiyi beste yapmaya dek vardırır düşünür II.
Dünya Savaşı yıllarını ise Cafifornta'da sürgünde geçirdi. Adorno
1924'rı Joham Wolfgang Goethe Universitesi nde Edmund Husserl üzerine
yazdığı tezi tamamla***** fesefe doktoru derecesini aldı. Bir yıl sonra
Alban Berg ile kompozisyon çalışmak ve Arnold Schoenberg etrafinda
toplanmış müzisyenlere
bestecilere katılmak için Viyana'ya gitti. Viyana gezisinin Adorno
üzerindeki etkisi çok kalıcı oldu; "yeni müziğin' hem önde gelen bir
savunucusu oldu
hem de felsefece biçemi Schoenberg ile Bergin "atonal" kompozisyon
tekniklerinin izlerini hep taşıyacak hale geldi. Frankfutt'taki
çalışmalarına dönen Adorno Kierkegııard Konstrııktion der Astetichen (Kierkegaard: Estetik Olanın Kuruluşu I933) adli kitabıyla doçentlik sınavını verdi. Bu güç kitapta üç konu daha bir öne çıkmaktadır: a) Kierkegnard' da öznellik kavramında olduğu gibi
varoluşsal öğeleri soyut kategorilece dönüştürmek yoluyla
varoluşçuluğun somutlaşma arzusunun açığa çıkarılarak eleştirilmesi; b)
şeyleşmiş toplumsal dünyanın yani kişilerin üzerinde baskı kuran
öznelligin savlarına kayıtsız kalan kurumlar dünyasının bir okuması; c)
tanrıbilimsel düşüncelerin tarihsel ve maddi somutlaştırılmasının
sağlanması girişimi. Adorno
Hitler Almanyasi’ ndan 1934' te kaçarak Oxford'a Memın College'a geldi.
Burada geçirdiği üç buçuk yıl içinde o zamanlar arkadaşı Max
Horkheimer’in yönetimindeki Institut für Sozial (Toplumsal Araştırmalar
Enstitüsü) dergisine makaleler yazdı; daha .sonra 1956'da yayımlanacak
Husserl üzerine bir kitap hazırladı. II. Dünya Savaşı yıllarını ABD'de
geçiren düşünür bu sıralarda Horkheimer ile ortaklaşa Dialektik derAufklarung (Aydınlanmanın Diyalektiği
1947) adlı kitabı yazdı. Savaş sona erince Enstitü'yü yeniden kurmak
için Frankfurt'a dönen Adorno izleyen yirmi yıl içinde müzik edebiyat eleştirisı toplumsal kuram ve felsefe üzerine çığır açıcı pek çok kitap ve makale yazdı. Örneğin 1957 tarihli "Sociology and Empirical Research" (Toplumbilim ve Deneysel Araştırma) adli makalesi artık
1960'larda Almanya'yı kasıp kavuran "olguculuk tartışması"nın
başlatması sayılmaktadır. Adorno'nun iki önemli felsefe kitabı da bu
dönemde yazılmıştır: Negative Diyalektik (Olumsuzlayıcı Diyalektik 1966 ile Astetiche Theorie (Estetik Kuramı 1970). Adorno'nun felsefesi içinde yaşadığı toplumsal dünya anlayışına gösterdiği bir tepki olarak okunabilir. O ileri Ban toplumlarının Mark’ın çözümlediği kapitalist üretim ilişkileriyle kurulmuş olduğundan asla kuşku duymamış
özellikle de Mark’ın meta fetişizmi ile kullanım değerinin değişim
değerince baskı altına alındığı. konusundaki görüşlerine tümüyle
kalmıştır. Adorno ayrıca iktisadı biçimlendiren düzeneklerin aynısının
sonuçta kültürel etkinlikleri de belirdiği düşüncesini de benimser.
Sermayenin iktisadı ussallaştırmasının doğal sonucu tahakküm ve yoksulluk (kabaca söylenirse "adaletsizlik' olurken
kültürün ussallaştırılmasının sonucu yabancılaşma ve anlamsızlık
(kabaca söylenirse "yoksayıcılik' olmaktadır. Avrupa'da faşizmin
yükselmesinin ve işçi hareketlerinin çözülmesinin ardında yatan -ve
daha sonraları Yahudi Soykırımı ile doruğuna ulaşan- nedenlere karşılık
Adorno
modern dünyanın toplumsal ve iktisadi örgüsüne sinmiş gerçekten kayda
değer ilerici eğilimlerin varlığından kuşku duymaya başladı. Hatta
modern toplumların ussallaştırılması tasarısının tamamlanmış olmaktan
uzak olduğuna ve dolayısıyla içgüdüsel olarak ilerici toplumsal
oluşumların gelişmeci kesimleri de içinde olmak üzere Marx'ın tarih
kuramının da egemen kapitalist üretimininkine benzer ussallaştırma
yapıları talep ettiğine inanmaya başladı. Adorno'ya göre modernliğin en
köklü ikilemlerinin kökeninde usun ve ussallaştırmanın bu yapıları varsa
modernliğin bunalımı temelde "usun bunalımı" demektir. Her şeyden önce
gerekli olan da usun eleştirilerek tedavi edilmesidir. Adorno'nun
modern usun bunalımının merkezinde yöntemin çözümlemenin sınıflandırmanın
evrenselliğin ve mantıksal dizgeliliğin her şeyden önce geldiği modem
bilimsel usçuluğun olduğuna inancı tamdır. Adorno nesnelerden kökten
bir biçimde bağımsız tanımlanan usun dağıldığını bozulduğunu ileri sürer. Aydınlanma’nın Diyalektiği ’nde Adorno ussallığın soykütüğünü çıkarmayı amaçlar. Aydınlanma insanın korkularının ve umutlarının bulaştığı doğal dünyaya söylenlere karşıdır. Usun söylenden üstünlüğü varsayımı böylelikle
usun insanbiçimci yansımalarından kurtuluşu haline gelir. Us dünyayı
öznel izdüşümlerden çok nesnel bir biçimde resmeder. Adorno
bu abartılı us tablosunu hem biçim hem de içerik bakımından çelişkili
bulur. Ona göre söylen de us da insanlığın kendisini söylensel
güçlerden kurtarmak gereksinimlerini karşılamak ve tutkularını doyurmak
için doğal dünya üzerinde denetim kurma savaşımı sonucu ortaya
çıkmıştır. Demek ki aydınlanmış usun özerkliği varsayımı için gerekli biçimsel nitelikler
gerçekte insanın doğayla savaşımı içinde insanın soykütüğü üzerinde
temellenmektedir. Aydınlanmış us nesnel değildir; doğayı denetim
altında tutmak isteyen insanın tutkularının hizmetindedir. böylesi bir
us insanın ayakta kalma güdüsünün somutlaşmasıyla dolayısıyla ancak kendisi bir araç oldukça anlam kazanır. Adorno'nun felsefece duruşu ya da etkinliği
kendisini açıkça sanatsal modernliğin eylemlerine ve yazgısına bağlar;
bu nedenle de iç tutarlılığı eksiksizdir. Adorno felsefenin foyasını
ortaya çıkarmak ister; usçuluğu ve anlama yetisini
bunların “özdeşi olmayan ötekisiyle” temellendirmek ister. Adorno’nun
diğer önemli yapıtları arasında Arnold Schönberg’in atonal müziğini
müzikal modernizmin en üst noktası olarak savunduğu Philosophie der
Neuen Musik (Yeni Müziğin Felsefesi -1949); somut bireysel deneyimin
modern
burjuva toplumundaki yokoluşuna ilişkin düşüncelerini yansıtan 153
çarpıcı aforizmadan oluşan Minima Moralia (1951); Husserl’e ilişkin
görüngübilimin kaçınılmaz soyutluğu ya da aradığı somutluğu yitirmeye
yazgılı oluşu üzerine duran ve yoğun bir okuma sonucu ortaya çıkan
Bilgikuramının Özeleştirisi: Husserl İle Görüngübilimsel Çatışkılar
Üstüne İncelemeler 1956); Hegel Üzerine Denemelerden oluşan Hegel Üstüne Üç Çalışma 1963ile Heidegger’in varoluşçuluğunu soyut ve tarih dışı olarak yorumladığı Sahicilik Jargonu sayılabilir.
Geri: FiLozofLar...
Anaksagoras
İonia’da
Klazomenai’de ( İzmir- Urla yakınında bugünkü Güladası) doğmuş. Buranın
soylu bir ailesinden. 462 yılında Atina’ya gitmiş burada 30 yıl kalmış. Perikles’in yakın dostu imiş. Perikles’in muhalifleri onu Tanrısızlıkla suçlandırmışlar
çünkü Yunanlılarca Tanrı sayılan güneşin bir ateş yığını olduğunu
söylemiş. Yaşadığı yılalrın 500-428 arasında olduğu sanılıyor.
Anaxagoras bu dönemin en büyük doğa bilginidir.Matematikteki
bilgileriyle ün salmıştır. Astronomide de buluşları varmış: Ay ışığını
ay ve güneş tutulmalarını doğru olarak açıklamış. Empedokles gibi
Anaxagoras’a göre de : Duyu verileri araştırmalarımıza çıkış noktası
olarak alınmalıdır –duyuların bilgi değerleri sınırlı bile olsa. Ona
göre de kesin anlamınsa bir meydana gelme ile yok olma yoktur. Görünürdeki oluşma ile yok olma asıl olan gerçekten varolan öz’lerin (khremata) tohum’ların (spermata) birleşmesi ve dağılmasından başka bir şey değildir. Anaxagoras
deney dünyasındaki nesnelerin nitelik bakımından sayısız çeşitliliği
dört öğenin birleşmesiyle açıklanamaz diyor. Deney dünyasında nitelik
bakımından ne kadar çeşitlilik varsa
nitelikçe birbirinden ayrılan o kadar sperma (ana-madde) vardır.
Empedokles düşüncesini mitolojik-edebi bir biçimde dile getirmişti.
Anaxagora’ta bu kalkıyor ayrıca Herakleitos ile Empedokles’teki gerginlikler karşotlıklar yerine evrenin birliği konuluyor. Kendisinden öncekiler gibi gerçeği maddi bir şey olarak düşünen Anaxagoras sayısız spermalar arasında
bütün ötekiler için hareket nedeni olacak maddeyi arar ve bunu kendi
içinde canlı bir şey diye düşünür. İonialıların ana- maddesi gibi. Bu
madde bütün ötekilerini kendinden harekete getirir. Ancak diyor Anaxagoras algılarımız bize evreni düzen ereği olan bir bütün olarak gösterirler; dolayısıyla hareketi sağlayan kuvvet de düzenleyen bir ereğe (telos) göre oluşturan bir kuvvet olacaktır. Onun için Anaxagoras oluşu meydana getiren ilkeye gördüğü iş düşünce yetisininkine benzediğinden Nous adını verir. Ancak düşünce yetisine akla benzetildiği için Nous’u maddi olmayan bir ilke diye anlamamalı. Nous da maddedir yalnız pek ince pek seçkin bir maddedir.O bütün nesnelerin en incesidir en arınmışıdır yalnız başına olduğunda yalınç ve hiçbir şeyle karışmamış bir durumdadır; çeşitli niteliklerde görünmesine karşın hep kendi kendisine eşittir kendi kendine hareket edebilen biricik maddedir bütün öteki varlıkların hareket ilkesidir. Nous Herakleitos’un Logos’u gibi
evrene egemen olan kuvvettir; evreni harekete getirip oluşturması
bakımından da Herakleitos’un ateş’inin gördüğü işleri görür. Yalnız
bu arada çok temelli bir ayrılık da var: Herakleitos’un ateş’i oluş
sürecinin içinde eriyordu ve her şeye dönüşüyordu. Anaxagoras’ın Nous’u
ise hep öteki nesnelerin karşısında onlardan ayrı kendi başınadır. Anaxagoras: nasıl bir balçık yığını kendiliğinden bir heykel olamazsa bunun için nasıl bir heykelcinin çalışıp bu balçık yığınına bir biçim kazandırması gerekirse bunun gibi sperma’ların khaosu kendiliğinden gördüğümüz düzenli belirli nesnelerin dünyasını meydana getirmiş olamaz. Bunun için düzenleyici biçimlendirici bir kuvvet olan Nous’un işe karışması gerekir diyor. Telos düşüncesini – bir başlangıç olarak da olsa –felsefeye ilk olarak getiren odur
İonia’da
Klazomenai’de ( İzmir- Urla yakınında bugünkü Güladası) doğmuş. Buranın
soylu bir ailesinden. 462 yılında Atina’ya gitmiş burada 30 yıl kalmış. Perikles’in yakın dostu imiş. Perikles’in muhalifleri onu Tanrısızlıkla suçlandırmışlar
çünkü Yunanlılarca Tanrı sayılan güneşin bir ateş yığını olduğunu
söylemiş. Yaşadığı yılalrın 500-428 arasında olduğu sanılıyor.
Anaxagoras bu dönemin en büyük doğa bilginidir.Matematikteki
bilgileriyle ün salmıştır. Astronomide de buluşları varmış: Ay ışığını
ay ve güneş tutulmalarını doğru olarak açıklamış. Empedokles gibi
Anaxagoras’a göre de : Duyu verileri araştırmalarımıza çıkış noktası
olarak alınmalıdır –duyuların bilgi değerleri sınırlı bile olsa. Ona
göre de kesin anlamınsa bir meydana gelme ile yok olma yoktur. Görünürdeki oluşma ile yok olma asıl olan gerçekten varolan öz’lerin (khremata) tohum’ların (spermata) birleşmesi ve dağılmasından başka bir şey değildir. Anaxagoras
deney dünyasındaki nesnelerin nitelik bakımından sayısız çeşitliliği
dört öğenin birleşmesiyle açıklanamaz diyor. Deney dünyasında nitelik
bakımından ne kadar çeşitlilik varsa
nitelikçe birbirinden ayrılan o kadar sperma (ana-madde) vardır.
Empedokles düşüncesini mitolojik-edebi bir biçimde dile getirmişti.
Anaxagora’ta bu kalkıyor ayrıca Herakleitos ile Empedokles’teki gerginlikler karşotlıklar yerine evrenin birliği konuluyor. Kendisinden öncekiler gibi gerçeği maddi bir şey olarak düşünen Anaxagoras sayısız spermalar arasında
bütün ötekiler için hareket nedeni olacak maddeyi arar ve bunu kendi
içinde canlı bir şey diye düşünür. İonialıların ana- maddesi gibi. Bu
madde bütün ötekilerini kendinden harekete getirir. Ancak diyor Anaxagoras algılarımız bize evreni düzen ereği olan bir bütün olarak gösterirler; dolayısıyla hareketi sağlayan kuvvet de düzenleyen bir ereğe (telos) göre oluşturan bir kuvvet olacaktır. Onun için Anaxagoras oluşu meydana getiren ilkeye gördüğü iş düşünce yetisininkine benzediğinden Nous adını verir. Ancak düşünce yetisine akla benzetildiği için Nous’u maddi olmayan bir ilke diye anlamamalı. Nous da maddedir yalnız pek ince pek seçkin bir maddedir.O bütün nesnelerin en incesidir en arınmışıdır yalnız başına olduğunda yalınç ve hiçbir şeyle karışmamış bir durumdadır; çeşitli niteliklerde görünmesine karşın hep kendi kendisine eşittir kendi kendine hareket edebilen biricik maddedir bütün öteki varlıkların hareket ilkesidir. Nous Herakleitos’un Logos’u gibi
evrene egemen olan kuvvettir; evreni harekete getirip oluşturması
bakımından da Herakleitos’un ateş’inin gördüğü işleri görür. Yalnız
bu arada çok temelli bir ayrılık da var: Herakleitos’un ateş’i oluş
sürecinin içinde eriyordu ve her şeye dönüşüyordu. Anaxagoras’ın Nous’u
ise hep öteki nesnelerin karşısında onlardan ayrı kendi başınadır. Anaxagoras: nasıl bir balçık yığını kendiliğinden bir heykel olamazsa bunun için nasıl bir heykelcinin çalışıp bu balçık yığınına bir biçim kazandırması gerekirse bunun gibi sperma’ların khaosu kendiliğinden gördüğümüz düzenli belirli nesnelerin dünyasını meydana getirmiş olamaz. Bunun için düzenleyici biçimlendirici bir kuvvet olan Nous’un işe karışması gerekir diyor. Telos düşüncesini – bir başlangıç olarak da olsa –felsefeye ilk olarak getiren odur
Geri: FiLozofLar...
Anaksimandros
İlk filozoflardan ikincisi Anaximandros’tur. O da Miletli.Thales’ten sonraki kuşaktan. Onun öğrencisi sonra da ardılı (halefi) olmuş. Güneş saatini bulduğu
ilk haritayı çizdiği söylenir. “Peri physeos= Doğa üzerine”adlı bir
yapıtı varmış. Bu konuda bu adla yazılmış ilk yapıtmış bu. Anaximandros
da Thales gibi arkhe sorunu üzerinde durmuştur. O da var olanların kökeninin anamaddenin ne olduğunu soruyor. Ona göre ilk- maddenin sonsuz tükenmez olması gerekir çünkü ilk- madde sonsuz yaratmasında sınırsız ve tükenmez olduğunu gösteriyor.Sonsuz kavramını ilkin açık olarak belirleyip bunu maddeye yükleyen Anaximandros olmuştur. Ancak Anaximandros anamaddeye yalnız sonsuzluk niteliğini yüklemekle kalmıyor daha da ileri gidiyor: İlk –madde yalnız sonsuz değildir sonsuz olandır da; çünkü ona daha yakın olan başka bir belirlenim yüklenemez. Thales ilk – maddeyi su ile demek ki belli bilinen bir madde ile bir tutmuştu.Anaximandros’a göre ise bunu yapamayız çünkü her belli belirli şey sonlu ve sınırlıdır da yani karşıtı ile sınırlanmıştır: Sıcak soğuk ile sıvı olan katı olanla aydınlık karanlıkla vb. sınırlanmıştır. Her belli olan dolayısıyla sonlu ve sınırlı olan şey meydana gelmiş olan bir şeydir – sıcak soğuktan sıvı katıdan oluşur– ve yeniden karşıtına döner. Böylece birbirinin karşıtı olan şeylerden biriöteki karşısında zaman zaman ağır basar; bu da
bunların içinden çıktıkları sonsuz anamadde içinde yeniden arınmalarına
kadar sürer. Apeiron anlayışından Anaximandros çok özgün bir doğa
görüşü geliştirmiştir: Apeiron’dan önce sıcak ile soğuk oluşmuştur.
Sıcak
başlangıçta soğuk ve karanlık olanı (biçimlendirmekte olan yeri) bir
alev küresi olarak bir kabuk gibi sarmıştı. Soğuk’tan iki karşıt: katı
ile sıvı doğmuştur. Sıvı’danyeri çevreleyen alev küresinin sıcaklığı yüzünden buğular yükselip alev küresini halkalara ateşle dolu olan hava tekerleklerine bölmüşlerdir.Bu tekerlekler de birtakım deliklerin – güneş ay – alevler saçarlar. Böylece hava(buğu) ile ateşin birleşmesinden gök meydana gelmiştir.Yer tepsi biçiminde değil bir silindir
yuvarlak bir sütün biçimindedir ve boşlukta serbest olarak durur; gök
de yerin etrafında döner. Anaximandros’un bu açıklamalarından açıkça
şunu görüyoruz: doğal karşılaştığımız çeşitli ve karmaşık olayları burada tek
yalın bir temele bağlamak denemesi yapılmaktadır.Anaximandros’u tam bir
düşünür yapan da budur; bu yalınlaştırıcı açıklama denemesi onun gerçekteki çokluğu düşüncede bir birliğe bağlamak istemesidir.
İlk filozoflardan ikincisi Anaximandros’tur. O da Miletli.Thales’ten sonraki kuşaktan. Onun öğrencisi sonra da ardılı (halefi) olmuş. Güneş saatini bulduğu
ilk haritayı çizdiği söylenir. “Peri physeos= Doğa üzerine”adlı bir
yapıtı varmış. Bu konuda bu adla yazılmış ilk yapıtmış bu. Anaximandros
da Thales gibi arkhe sorunu üzerinde durmuştur. O da var olanların kökeninin anamaddenin ne olduğunu soruyor. Ona göre ilk- maddenin sonsuz tükenmez olması gerekir çünkü ilk- madde sonsuz yaratmasında sınırsız ve tükenmez olduğunu gösteriyor.Sonsuz kavramını ilkin açık olarak belirleyip bunu maddeye yükleyen Anaximandros olmuştur. Ancak Anaximandros anamaddeye yalnız sonsuzluk niteliğini yüklemekle kalmıyor daha da ileri gidiyor: İlk –madde yalnız sonsuz değildir sonsuz olandır da; çünkü ona daha yakın olan başka bir belirlenim yüklenemez. Thales ilk – maddeyi su ile demek ki belli bilinen bir madde ile bir tutmuştu.Anaximandros’a göre ise bunu yapamayız çünkü her belli belirli şey sonlu ve sınırlıdır da yani karşıtı ile sınırlanmıştır: Sıcak soğuk ile sıvı olan katı olanla aydınlık karanlıkla vb. sınırlanmıştır. Her belli olan dolayısıyla sonlu ve sınırlı olan şey meydana gelmiş olan bir şeydir – sıcak soğuktan sıvı katıdan oluşur– ve yeniden karşıtına döner. Böylece birbirinin karşıtı olan şeylerden biriöteki karşısında zaman zaman ağır basar; bu da
bunların içinden çıktıkları sonsuz anamadde içinde yeniden arınmalarına
kadar sürer. Apeiron anlayışından Anaximandros çok özgün bir doğa
görüşü geliştirmiştir: Apeiron’dan önce sıcak ile soğuk oluşmuştur.
Sıcak
başlangıçta soğuk ve karanlık olanı (biçimlendirmekte olan yeri) bir
alev küresi olarak bir kabuk gibi sarmıştı. Soğuk’tan iki karşıt: katı
ile sıvı doğmuştur. Sıvı’danyeri çevreleyen alev küresinin sıcaklığı yüzünden buğular yükselip alev küresini halkalara ateşle dolu olan hava tekerleklerine bölmüşlerdir.Bu tekerlekler de birtakım deliklerin – güneş ay – alevler saçarlar. Böylece hava(buğu) ile ateşin birleşmesinden gök meydana gelmiştir.Yer tepsi biçiminde değil bir silindir
yuvarlak bir sütün biçimindedir ve boşlukta serbest olarak durur; gök
de yerin etrafında döner. Anaximandros’un bu açıklamalarından açıkça
şunu görüyoruz: doğal karşılaştığımız çeşitli ve karmaşık olayları burada tek
yalın bir temele bağlamak denemesi yapılmaktadır.Anaximandros’u tam bir
düşünür yapan da budur; bu yalınlaştırıcı açıklama denemesi onun gerçekteki çokluğu düşüncede bir birliğe bağlamak istemesidir.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz