Join the forum, it's quick and easy

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Manevi tahribat ve kaybolan nesiller

Aşağa gitmek

Manevi tahribat ve kaybolan nesiller Empty Manevi tahribat ve kaybolan nesiller

Mesaj tarafından CageOfMan Çarş. Mayıs 26, 2010 6:21 pm

MANEVİ TAHRİBAT VE KAYBOLAN NESİLLER
Önce Ahlak ve Maneviyat
Şakir TARIM
Dünyanın en köklü milletleri içinde yer alıyoruz. Medeniyetler kurmuş, dünyaya insanlık öğretmişiz. Hak ve adaletin öncüsü olmuşuz. Bütün dünya bizim başarılarımıza hayranlık beslemiş. Bugün bile, atalarımızın tarihteki kahramanlık ve başarılarına hayranlık duyan milletlerin sayısı hiç de az değil. İstiklal Marşı şairimiz, Safahat´ında Batı´nın Osmanlı´ya hayranlığını şöyle yansıtır:
“Donanma ilerlerken muzafferan ileri
Üzengi öpmeye hasretti Garb´ın elçileri.”
Napolyon Bonapart, milletimizi üstün tutan meziyetleri şöyle ifade eder: “Türkleri büyük ve üstün tutan iki meziyet vardır: Erkeğin cesur ve kadının iffetli olması.”
Her millet orijinal ve kendine has özelliklerini muhafaza ettiği oranda yükselir ve itibar görür. Geçmişini bilmeyen ve aşağılık kompleksine kapılan toplumların itibarı yoktur. Hele taklitçilerin hiç yok. Çünkü, taklitçi kendisi değildir ki, ona itibar edilsin. Biz, ancak biz olmaya devam edersek varlığımızı sürdürebilir, geleceğe emin adımlarla ilerleyebiliriz.
Prof. Dr. İhsan Uluer bey anlatmıştı: Biri Türkiyeli, diğeri Japon iki kişi Yüksek Lisans için İngiltere´ye gidiyorlar. Aynı okulda çalıştıkları için arkadaş oluyorlar. Bir ara, Türkiye´den gelen arkadaşı Japon´a şöyle soruyor:
-Alfabenizde 2500 harf var. Nasıl baş ediyorsunuz? Azaltmayı düşünmüyor musunuz?
Japon diyor ki:
-Bu sorunuzu iyi niyetinize veriyorum. O harfler bizim milli kimliğimizdir. Onları nasıl bırakırız? Bir daha, aynı soruyu sorarsan darılırım.”

Biz, biz olalım yeter
Türkiye, özellikle Tanzimat´tan itibaren Batıcılık hastalığına müptela oldu ve taklitçi tutumlar sergilemeye başladı. O günden beri, eski itibarlı günlerimizi özler duruma geldik.
Bugün Türkiye, belki de tarihinin en buhranlı günlerini yaşamaktadır. Ahlâk tahribatı ve dejenerasyon, toplumu adım adım sosyal çöküşe ve yok olmaya götürmektedir. Ailelerdağılmakta, boşanma olayları hızla artmaktadır. Fuhuş alenileşmekte, hırsızlık, kapkaç, çete ve mafya olayları bir afet durumuna gelmektedir. Uyuşturucu, alkol ve fuhuş olayları ilköğretim okullarına kadar inmiş bulunmaktadır. Hepimizin şahidi olduğumuz olaylar ahlâkımızın yozlaşmasına, nesillerimizin kaybolmasına yol açmaktadır.
Değerlerimiz unutulmuş, kurallar çiğnenmiş, toplumun manevi dokusu yara almıştır. Bütün bu gelişmelere seyirci mi kalacağız? Anne babalar, yöneticiler, eğitimciler, konunun sorumluları görevlerini yapmayacak mı?
Yaşlı dünyamız şu geçeğe şahitlik etmiştir ki, toplumları yıkan iki önemli zehir vardır: Biri zulüm, diğeri ahlâksızlık. Bu konuda Akif´imizin şu beyti ne kadar önemli:
“Oyuncak sanmayın! Ahlâk-ı milli, ruh-u millidir. Onun iflası en korkunç ölümdür, mevt-i küllidir”
Yalnız bu uyarı bile her şeyi anlatmaya yetmiyor mu? Önce problemlerimizin sağlıklı bir teşhisini koyacak, sonra da bünyemize uygun çözümler üreteceğiz.

Televizyonlar ifsadı körüklüyor
Her şey, hepimizin gözleri önünde cereyan ediyor. Bazı televizyonların sınır tanımayan yayınları ortada. Hitap ettikleri toplumun yapısına hiç mi hiç dikkate almıyorlar. Varsa yoksa raiting ve para kazanma ihtirası. Çok kere, sorumsuzca yapılan yayınlar…

Uluslararası Teknolojik Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV) 13.12.2007 günü, basın yayın organları yöneticileri ile bir toplantı yapıyor. Toplantı sonrası yayınlanan bildiride şu görüşlere yer veriyor: “Medya toplumsal değerlere karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir. Raiting ve tiraj kaygısı, haberdeki magazin unsurunun artmasına neden olmaktadır. Bu kuruluşlar her geçen gün güvenilirliğini kaybetmekte ve habercilik ahlâkına zarar vermektedirler.”
Toplumun ruh sağlığı ve eğitim konularındaki çalışmaları ile tanınan Psikiyatrist Doç. Sefa Saygılı, TV´lerin “toplumu içten çürüttüğü” uyarısını yapıyor ve bu çürümeye bağlı olarak problemlerimizin çözümü konusunda şunları söylüyor: “Medya yangına körükle gidiyor. Memleketin bir köşesinde birileri, bir kurum, toplumsal maneviyat hareketi için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Medya, bu girişimi kötülemek, engellemek ve yok etmek için çabalıyor. Veya, yanlı bir şeyleri medya, müthiş bir şekilde abartarak önümüze getiriyor. Pireyi deve yapıyor. Kötülüklerin sıradanlaştırılması medyanın raiting ve tiraj kaygısından kaynaklanıyor. Oysa, bazen “kötülüğün gizlenmesi” gerekir. Topluma yıldız diye pazarlanan bazı tiplerin çarpık, gayrı meşru ilişkileri magazin programlarında insanların önüne getiriliyor. Dizilerde ahlâksız senaryolara, yarışma programlarında şan, şöhret meraklısı tiplere prim veriliyor. Toplumda buna benzer olaylar meydana geldiğinde biz de şaşırıyoruz. Şaşırmaya gerek yok.

Ayna gerçeğin suretidir... Bugün, maalesef medya da, sivil toplum kuruluşları da üzerine düşen görevleri yapmıyor. Toplum içten içe çürüyor. Maalesef, buna hepimiz seyirci kalmak durumundayız. Kesinlikle kötüye doğru bir gidiş var.
Bunun çaresi toplumsal dayanışmadır. İnsanların dünyaya bakış açılarını değiştirmeleridir. İnsanların daha kanaatkar, daha hoşgörülü olmalarıdır. Merhamet üretmek gerekir, herkesin herkese sevgi duyacağı bir sevgi toplumu oluşturmak gerekir. Bu nasıl yapılabilir? Bizi biz yapan, bin yıllık değerlerin yaşatılması, bunlara kıymet verilmesi sağlanmalıdır. Maalesef bu değerler Milli Eğitim sisteminde öğretilmiyor. Özümüzden uzaklaşıyoruz.” (Millî Gazete, Nedim Odabaş´ın Röp, 20.4.2008)

Adalet eski Bakanlarından İsmail Müftüoğlu “TV ekranlarının neslin mahvına ve toplumun çöküşüne hizmet ettiği” konusundaki endişe ve uyarılarını şu sözlerle anlatıyor: “Bu ekranlarda evlenme godoşluğu yapanları, evlilik müessesesini rencide edici senaryoları, meşruiyet hudutlarını zorlayan tavırları, rüküş ve o derece de çıplak giyinişleri, ar ve haya duygularını rencide edici gülüşmeleri, şakalaşmaları, sefih iştahalara hisseler dağıtan kırıtmaları, rakkaseler gibi kıvıranları sorgulayan yok. Ne oluyoruz” (…)
Neslin mahvına yardımcı olmayın, efendiler. Ahlâkın çöküşüne seyirci kalmayın, efendiler. Milli değerleri çiğnetmeyin, efendiler. Boyalı basının çığırtkanlıklarına iltifat etmeyin, efendiler. Kendinize gelin, efendiler. Kendinizi inkar etmeyin, efendiler. Zira, boyalı basının dışında okunabilecek gazeteler ve boyalı basının uzantıları TV kanalları dışında seyredilecek TV kanalları da vardır. (Millî Gazete, 20.4.2008)

TV´ler ahlâkı tahrip aracı mı?
Televizyon etkili bir kitle iletişim aracı... Faydalıya da hizmet edebilir, zararlıya da... Bu ülke bizim... Bu insanlar bizim insanımız... 75 milyon olarak aynı gemide yolculuk yapan insanlar durumundayız. Sevinçlerimiz de ortak, kederlerimiz de. Niçin bu kurumları insanların faydasına hizmet ettirmeyelim? Normalde insanlığın faydasına hizmet etmesi gereken televizyon yayıncılığı Türkiye´de farklı icra ediliyor.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, TV Bölümü´nün 26 ilde yaptığı 2008 yılı araştırmasının sonucu “İzleyenlerin büyük bir kısmı, televizyonun toplum ahlâkını bozduğunu, insanı ve çevreyi etkilediğini” ortaya koydu. (3.3.2008)
TV´ler aracılığıyla yapılan manevi tahribatın hangi noktaya ulaştığına bakın ki, ilköğretim çağındaki çocuklara dansözlük yaptırıyor, vücut teşhiri yapmaya özendiriyorlar. Şu yarışma türüne bakın ki halk dans ve dansözlükle yarıştırılıyor. Bunların ne anlama geldiğini, toplumun hangi noktaya götürülmek istendiğini düşünebiliyor musunuz? Ne oluyoruz? Ahlâksızlık meşrulaştırılıyor, tabii hale getirilmeye çalışılıyor. Müzik ve cazibeli kadınlar aracılığıyla insanları gevşetiyor, değerlerinden soyutlamak istiyorlar. Nice İlahiyatçının bu tür sunucular karşısındaki gevşek tutumunu, hatta sözlerini oradaki havaya göre ayarladıklarını az mı gördük?

Televizyonlar SMS geliri elde etmek için akla hayale gelmeyen yollara başvuruyorlar. Ar ve haya duygularını yok ediyorlar. “Millet istiyor, biz de veriyoruz.” bahanesinin arkasına saklanıyorlar. Halbuki medya kuruluşları, toplum ne istiyorsa onu yapmak yerine, toplumun seviyesini ve bilgi düzeyini yükseltmek için çalışan kurumlar olmalı değil mi? Menfaatleri üzerine kurdukları saltanatlarını sürdürmek istiyorlar. Millet düşünmesin, yaşadığı haksızlıkları sorgulamasın arzu ediyorlar. Zihinleri dumura uğratacak yayınlar yapıyorlar. Yabancı diziler, filmler, bilgisayar oyunları, eğlence ve magazin programları... Önceden benzerine rastlamadığımız cinayet çeşitlerine şahit oluyoruz. Soygun, ahlâksızlık ve seviyesizliğin bin bir çeşidi... Toplumun sosyal yapısı, manevi dokusu dinamitleniyor, duyan ve ilgilenen yok.

Bazı TV kuruluşları, halkın ibadetlerine, gençlerin namaz kılmalarına büyük tepki gösteriyorlar. Üç öğrenci tamamen inançlarının gereği olarak okulun bodrumunda namaz kılmışsa, bazı basın kuruluşları bu olayı Türkiye´nin dinamitlenmesi şeklinde bir gelişme gibi gösteriyorlar, abarttıkça abartıyorlar. Bu özellikteki basın kuruluşları ne yapmak istiyorlar dersiniz? Basına düşen, o gençlerin inanç hürriyetlerini savunmak ve yetkililerden daha uygun bir mekan tahsis etmelerini istemek değil midir? İnançlı insanlara karşı bu düşmanlığın sebebi ne? Aynı basın İslâm dışındaki dinlere karşı öylesine hoşgörülü ki... Haziran 2008´de bir grup Yahudi Atatürk Hava Limanı´nda, herkesin gözü önünde toplu ayin yapmış, herkesin dikkatini üzerlerine çekmişti. Söz konusu basın bu olay karşısında sus pus olmuş, görmemezlikten gelmeyi tercih etmişti. Halbuki basın en azından bütün dinlere karşı aynı saygıyı göstermesi gerekmez mi? Hele, bu ülke insanlarının mensubu oldukları İslâm dini konusunda daha hassas davranmaları icab etmez mi? Bu farklı tutumun sebebi de ne ola ki…

Türkiye gibi, halkı Müslüman olan bir ülkede, başörtülü kadın görüntüsüne tahammül edemeyen basın kuruluşları var. Hatta bu hastalık bazı muhafazakar basın kuruluşlarına bile sirayet etmiş durumda. Hakan Albayrak “Ülke TV ekranlarında niye hiç başörtülü yok?” diye sorduktan sonra şunları yazıyor. “Kanal 7´nin yan kuruluşu olan ülke TV´nin gazetelerde yayınlanan reklamını görünce beynimden vurulmuşa döndüm.
Reklamda arz-ı endam eden 8 hanım sunucu/ moderatör arasında bir tane bile başörtülü yer almıyor.
Zaten Kanal 7´de de başörtülü bir sunucu/moderatör yok artık!..
Halbuki bu kanal 14 sene evvel başörtülü bir haber sunucusuyla yayın hayatına atılarak devrim yapmıştı.
Revizyonun bu kadarına pes doğrusu!” (Yenişafak, 10.5.2008)
Toplumu her geçen gün değerlerinden soyutlamak için nice hesaplar yapılıyor. Gençler umut tacirleri ve çıkar grupları tarafından istismar ediliyor. Hastalıklı zihniyetin yapamayacağı rezalet yok. Nesillerin mahvolması için girmedikleri kılık, kullanmadıkları araç yok.

Adana´da şöyle bir olay yaşandı. Özel Gösteri Merkezi Tiyatro Grubu Oyuncuları, Adana Büyükşehir Tiyatro Salonu´nda, aile ve çocuk eğitiminin konu edildiği “Ah Şu Gençler” adlı bir oyun sergiledi. 7-15 yaş grubuna gösterilen oyunda müstehcen görüntülere yer verildi. Oyunda Hz. Adem (a.s) kanatlı, çıplak ve ayağı zincirli olarak tasvir edilirken, Hz. Havva ve meleklerin tasvir edildiği tablolarda müstehcenlik öne çıkıyordu. Doğaçlama oyun adı altında 5-6 kişilik çocuk grupları sahneye davet ediliyor, kız ve erkeklerin birbirine “sevgilim” diye hitap etmeleri isteniyordu. (5.4.2008 tarihli gazeteler)

Peki, bu sorumsuz tavırlar göz bebeğimiz yavrularımızı hangi noktaya sürükler, hiç düşündünüz mü? Bu işler yukarıdaki örnekteki başıboşluk içinde mi yürümektedir? Yok eğer, Milli Eğitim Bakanlığı´nın bilgi ve müsaadesi ile bu programlar yapılıyorsa, vay geldi bu milletin başına!.. Dini kavramlara karşı saygısız ve böylesine seviyesiz yetiştirilen gençlerimiz kimlerin ihtiraslarına kurban ediliyor dersiniz? Bu kadar büyük sorumsuzluk düşünülebilir mi?

Nasıl ifsat ediyorlar
Toplumu ve gençlerimizi ifsat eden araçlar o kadar çok ki... TV, gazeteler, müstehcen dergiler, CD´ler, eğlence adına yapılan çılgınlıklar, klip ismi verilen ve çok kere seviyesiz ve kadın vücudunu teşhir etmeyi amaçlayan yayınlar, kontrolsüz ve herkesin her şeyi yapabildiği internet yayınları... Bunlara, içki ve kumar mekanları, uyuşturucu, alkol vb. insan bünyesine zararlı şeyler de eklenince ifsadın hangi boyutta olduğu anlaşılmıyor mu?
Bütün bu ifsat bombardımanı karşısında, okullar direnme gücünü kaybetmiş, eğitimin kalitesi düştükçe düşmüş. Daha da kötüsü, büyük şehirlerdeki pek çok okul, içki, uyuşturucu ve sigaranın çok rahat kullanıldığı, kız erkek arkadaşlığına aracılık eden mekanlar haline getirilmiş.
Okullar, gençlerimizi hayata hazırlayan kurumlar olma fonksiyonundan uzaklaştırılmış, öğrencileri sınavlarda başarılı hale getirmek amaçlı yarış mekanlarına dönüştürülmüş. Bu yarışı etkileyen asıl muharrik güç dershaneler olduğu için, okul ve öğretmenin itibarı büyük ölçüde kaybolmuş.
İfsat edici unsurların odağındaki aile de bu tahribattan payını alıyor. Boşanmalar artıyor, aileler dağılıyor. İşin içine geçim sıkıntısı da girince, anne babalar ne yapacaklarını şaşırma noktasına geliyorlar.
Evet, bunlar yaşadıklarımız ve durum değerlendirmesi. Önce ifsat oklarının nereden geldiğini iyi bilmeliyiz ki, tedbirimizi alıp hastalıklarımızı tedavi etme yoluna gidebilelim.

Aile yapımız dinamitleniyor
Gençlerimizi ifsat için çalışan şer güçler sistematik ve kurumsal olarak çalışıyorlar. Manevi tahribat için etkili tanıtım ve reklam araçlarını ellerinde bulunduruyorlar. Küresel tekelci sermaye de ifsat ve ahlâksızlığı teşvik ediyor. Reşat Nuri Erol, konu ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor. “Küresel tekelci sermayenin ahlâksızlığı teşvik etmesi sebebiyle kadın erkek ilişkileri yozlaşmış, aile müessesesi çökmüş, insanlarda yaşama zevki kalmamıştır. Çağdaş insanların peşinde koştukları tek şey zevk ve eğlencedir. Evlenme ihtiyacını duymayan, eşini ve çocuklarını sevmeyen bir dünya anlayışına doğru gidilmektedir. Bunun sonucu olarak beyinsizleşmiş halk artık kendine yaşama kudretini yitirmiştir. Dinsizleştirilmeleri ve ahlâksızlaştırılmaları kendi sebebiyle de kendilerinde herhangi bir azim kalmamıştır.” (Millî Gazete,11.5.2008)
İçinizden, hiç olumlu örnek yok mu? dediğinizi duyar gibi oluyorum. Elbette var. Ülkemiz temiz ve dürüst insanlarla dolu. Fakat, bunların çoğu kendi işinde gücünde ve kendi halinde insanlar. Olayları ibretle takip ediyor ve yönetici ve diğer sorumluların bu tehlikeli gidişe çözüm bulmasını bekliyorlar. Konu ile ilgili olarak üzerlerine düşeni yapmaya çalışanların da güç ve imkanları yeterli değil. Halk bunları çok iyi bilmeli ve bütün gücüyle desteklemelidir. Sözün burasında vicdan sahibi bir yazarın hakikatı teslim eden bazı sözlerine yer vermek istiyorum. Akşam gazetesinden Serdar Akinan köşesinde “Bir Avuç Vicdanlı” dediği bu çeşit fedakar insanlar için şunları yazmıştı: “Batı´nın ahlâksızlığını aldık.” diyor, sayın Başbakan, katılıyorum. Batı´nın iki yüzlülüğünü biz Cezayir´den biliriz. Telafer´de gördük. Afganistan´da görüyoruz. Tarihi bir itiraftır.
Erbakan Hoca ve etrafında kalan bir avuç insana, Millî Gazete´de yazan onurlu, vicdanlı Müslümanlara bakıyorum.
Ağlayarak ellerine sarılıyor ve bu milletin “muasır medeniyet” denilerek yetiştirilen evlatları adına sizlerden özür diliyorum.
Tüm yaşamlarınızı vakfederek yetiştirmeye çalıştığınız bu kuşağın ne hale geldiğini gördükçe sıkışan yorgun kalblerinize bir nebze ferahlık verecekse;
-Ben özür diliyorum.” (28.01.2008)

Ülaaai manevi buhrana sürüklemek isteyenler, medyayı silah olarak kullanmaktadır. Her gün ahlâki ve manevi tahribatın bazı medya kuruluşları tarafından sistemli bir şekilde gerçekleştirildiğine şahit oluyoruz. Halbuki basın, milli, manevi, ahlâki, kültürel ve tarihi değerlerimizi korumaya çalışmalı değil mi? Aksine, gayriahlâki bir hayatın teşvik edildiğini görüyoruz.
Eğlence, yarışma, magazin vb. programlar bahane edilerek Müslüman Türk aile hayatına zıt yayınlar yapılmakta, içki, uyuşturucu, fuhuş, çete ve mafya olayları özendirilmektedir.
Bir toplum, göz göre göre uçuruma sürüklenmektedir. Yetkililer ve konunun sorumluları olaylara seyirci kalmaktadır. Halbuki fuhuş ve kötülüklere sürüklenen bizim evlatlarımız, yıkılan, dağılan aileler, bizim ailelerimizdir.
Medya toplumu, aileyi ve değer yargılarını en çok etkileyen unsur durumundadır. Basın, toplumu olumsuz yönde etkilemekte, ahlâki ve manevi değerlerin yok edilmesine vesile olmaktadır.
Basın kuruluşlarının bu olumsuz etkisini önleyici tedbirler alınmalı, manevi değerlerin benimsetilmesine yönelik yayınlar yapılmalı ve desteklenmelidir. Fikir ve basın hürriyeti bahanesinin arkasına saklanarak, toplumun yok edilmesine vesile olan yayın anlayışına son verilmelidir. Mehmet Akif´in şu beyitleri problemlerimizin teşhis ve çözümüne ışık tutacaktır,diye düşünüyorum:
“Bu hissizlikle cem´iyyet yaşar derlerse pek yanlış
Bir ümmet göster, ölmüş ma´neviyatla sağ kalmş
Göster Allah´ım! Bu millet kurtulur tek mucize
Bir utanmak hissi ver, gaib hazinenden bize.”

İnsan mutluluğu aile içinde aramalıdır
Aile, bir toplumun en küçük kurumsal birimidir. Oradaki safiyet, sıcaklık, fedakarlık, sevgi, hoşgörü ve rahatlık hiçbir yerde yoktur. Çünkü, aile kurumundaki her güzellik karşılıksız ve samimiyet üzerine kurulmuştur. İnsan mutluluğu aile içinde aramalıdır. Aile içinde mutluluğu yakalayan insan hedefine ulaşmış demektir. Aile dışında mutluluğu elde etmek çok zordur. Hele günümüzde, dış ortam acımasızdır, orada her şey menfaat ve ihtiraslar üzerine kurulmuştur. Bu yüzden aile kurumu sağlam olan toplumlar güçlüdür, dirençlidir. Aile yapısı sağlam olmayan toplumların her konuda dirençsiz olduğu açıktır. Türkiye olarak bizi güçlü kılan en önemli özelliğimiz sağlam aile yapımızdır.
Bunu çok iyi bilen şer odakları, aile yapımızı hedef almış durumdadırlar. Özellikle, basın kuruluşları kullanılarak aile müessesesi topa tutulmakta, bu müesseseyi dağıtmak için akla hayale gelmeyen entrikalara başvurulmaktadır. Bazı medya kuruluşları, diziler, filmler, klipler, eğlence, magazin vb. programları hep bu amaçla kullanmaktadır. Sabah gazetesinden Ergun Babahan, bu çeşit basının bombardımanı altındaki Türkiye´nin “Satılık bedenler ve ruhlar ülkesi”ne
dönüşeceğini anlatarak konunun vahametini şöyle köşesine taşımıştır. “Aile Tük toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin refahı ve huzuru ile, özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasını öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,t eşkilatını kurar.” Anayasa´nın 41´inci maddesi aileye bakışı böyle anlatıyor ve devlete özellikle ana ve çocuğun korunması görevi veriyor.

Türkiye´de uzunca bir süredir üç beş erkek arasında turnike misali dolaşan ve kendilerine manken diyen bir grup genç hanımın yaşam tarzı, genç kızlara örnek diye sunuluyor. Genç delikanlılara da aynı mekanda bulunduğu, arkadaş olduğu insanların eski sevgilileriyle birlikte olmanın normal olduğu anlatılıyor. Bu yetmiyor, bunu haftada bir yapanlar övülüp göklere çıkarılıyor. Fahişeliğin gazete sayfalarında prim yaptığı nadir ülkelerden biriyiz herhalde.
Üstelik bunu yüzde 99´u (yoksa 95´i miydi) Müslüman olan ve çoğunluğun kendini giderek daha fazla dindar hissettiği bir ülkede yapıyoruz. Bununla da kalmıyoruz, anneleri fahişeliğe teşvik ediyoruz. Bir annenin hasta çocuğunu kurtarma adına 150 bin dolar karşılığı patronuyla yatmasını yüceltiyoruz…
Bu diziyi hasta çocuğu ve eşiyle izleyen bir annenin neler hissedeceğini gözlerimin önüne getirmeye çalışıyorum veya annesi yaşlı ve çirkin olduğu için bir gecede ameliyat parası çıkaramayacak anneleri. Ya da yavrusunu sağlığı için bile olsa fahişeliği kabul etmeyecek olan anneleri.
Türkiye en önemli sermayesi olan sosyal yapısını 3-5 reyting uğruna bozuk para gibi harcıyor. Oysa başta AB olmak üzere herkese karşı ortaya koyduğumuz en önemli kozumuz genç ve dinamik nüfusumuz. Ahlâken özürlü bir nüfusun kimseye yararı olmayacağını kimse düşünmüyor, düşünmek istemiyor. Ekran önünde hep birlikte kirlenip fahişeleşiyoruz. Satılık ruhlar ülkesi haline geliyoruz.” (4.12.2006)

Aile mahremiyeti korunmalı
Nice kadın programlarında, aile içi sırlar bütün dünyaya deşifre ediliyor. Peki, böyle hususi konuların anlatılma yeri TV ekranları mıdır? Söz iki sebeple söylenir: 1.Muhatabına söylenir. 2.Faydalı olmak için söylenir. Muhatabı 1 kişi olan bir sözü bütün dünyaya söylemenin ahlâki ve tabii bir tarafı var mı? Her önüne gelene, hatta bütün dünyaya özel sırları açık hale getirmek ekran muhabbeti (!) midir? Bir insan eşini TV önünde tartışma veya hesaplaşmaya davet eder mi? Bu nasıl bir hastalıklı ruhun dışa yansımasıdır? Bir kişi veya onun çevresiyle çözülmesi gereken bir konuyu sen nerelere taşıyorsun, farkında mısın?

Kısaca, aile kurumu örselenmemeli, onun safiyeti muhafaza edilmelidir. Çarşıdan mal beğenir gibi, eş seçilir mi? Bu nasıl bir aile anlayışı?.. Aile gibi önemli bir müessesenin hassas ölçüleri olması gerekmez mi?
“Genel ahlâk”. “Türk aile yapısını korumak” görevi üzerinde bulunan RTÜK ne iş yapar? Bunlar onların sahasına girmiyor mu? Uyduruk cezalarla bu problemler çözülür mü? Yoksa, onlar da mı seyretme zevkine vardı bu programların? Bu ilgisizlik, normal olmayan bu programları, tabii imiş gibi gösteriyor, hatta içselleştiriyor. Program demek, toplum hayatını zedeleyen hastalıklı ilişkiler mi demektir? Toplumdaki değerleri nasıl yok sayarsınız? Hem de pervasızca. Sizin şehvetleri tahrik etmekten başka işiniz yok mu? Kim kimi aldatmış, kimin eli kimin cebinde vb. konuları takip etmek mi sizin göreviniz? Siz bunun için mi yaratıldınız? “Batılı tasvir, saf zihinleri ihlal eder.” Maneviyat dünyamızı köreltir. Basın bu pislikleri topluma taşıma görevini üstlenir ve bunları idealize ederse, bunun aile kurumu üzerinde açtığı yarayı nasıl tamir ederiz? Afet Ilgaz hanım, TV evliliklerini “müstemleke ahlâkı” olarak değerlendirdiği yazısında konuya farklı bir perspektif kazandırıyor. “Eğlence sektörünün Soros şirketleriyle bağlantılı olduğunu okumuştum. Kadınlara “göğüs dekolteli” modayı emretmenin de bu sektörün marifeti olduğunu sanıyorum.

Hacı amcalar, hacı teyzeler, evlenmek için ekranlara çıkıyor, müziğin magazin hızlı ritmine ve jüri üyesi şişman bayanlara uyarak çiftetelli oynuyorlar. Sabahtan akşama kadar süren magazin programlarında zeka, kalite, yüksek duygular değil, “içgüdüler” gözetiliyor. Yemek, eş bulma, oynama, dedikodu. Bu eğitimin adı televizyon eğitimidir ve halkımız bu eğitimden geçmektedir. Neticede oluşan ahlâk da, milli değil, müstemleke ahlakıdır.” (Millî Gazete, 20.4.2008)

Türkiye televizyonlarında “aaagah” programlara çok rastlanmıştır. Yetkililer programlardaki “aaagah”ları da iyi takip etmelidir. Aile, şakaya gelecek bir kurum değildir. Aile yıkılırsa her şey yıkılır. Kamil Yeşil´in de, izdivaç programlarının tabii seyriyle yürüyüp yürümediği konusunda endişeleri var: “Stüdyoya gelenler normal seyri ile mi geliyorlar? Görünüşte hayır işliyormuş gibi olan bu televizyonlardan, evlilik adayı olarak çıkan kadın ve erkeklerden şüpheleniyorum açıkçası…” (Millî Gazete, 29.4.2008)
Aile kurumu korunmalı
Türkiyemizde, gençliğin ve toplumun ahlâki ve manevi yönünü geliştirmek için çırpınan seçkin bir kuruluşumuz var: Anadolu Gençlik Derneği. “Sevdamız Türkiye” anlayışıyla fedakarane bir çalışmanın içinde bulunan bu kuruluşumuz ülkemiz için bir ümit ışığı… Bir öncü, bir uyarıcı, bir ıslah edici özelliğe sahip… Bu güzide kuruluşumuzun Genel Başkanı İlyas Tongüç bey, 16.3.2008 günü Ankara´da yapılan bir toplantıda ailenin çözülüşü ve manevi tahribat konusunda şöyle uyarmıştı: “Ailenin çözülüşü toplumsal çürümenin habercisidir. Aileyi koruyamayan toplumlar inanç ve kültür değerlerini koruyamazlar. Bu temelin sağlam bir şekilde ayakta kalabilmesi için hanım kardeşlerimize büyük görevler düşmektedir.

Evlilik magazinleştirilemez
Bazı TV kuruluşları, aile gibi toplumu en sağlam kurumunu magazinel formatta ele almaya başlamıştır. Eş seçimi, aile ve evlilik gibi en ciddi ve en hassas kurum magazine konu yapılmışsa, tehlikenin hangi boyutta olduğu ortada demektir. Bu programlar aile kurumunu yozlaştırmakta, toplumu kaynağından dinamitlemektedir.
Bu programlar, aile kurumunun ciddiyetine yakışmıyor. Kutsal bir müessese basitleştiriliyor, aaaf ve eğlence aracı olarak algılanmasına vesile oluyor.
TV´lerde kadın ve erkek adayların eş araması örf ve adetlerimize de ters düşmektedir. Mahremiyeti olan konular alenileştirilmekte, gençliğe olumsuz örnek olmaktadır. Bu programların aile müessesesini çökertmekten başka bir amacı yoktur.

Aile ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü Uzmanı Fatma Özdoğan şöyle uyarıyor: “Bu tür programların evlilik ve aile gibi çok faktörlü ve etkileşimli bir sistemin dinamiğini derinden etkileyebilir, hassas bir alanda ciddi yanlışlara sebep olabilir.”

Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürü Ayşen Gürcan´ın değerlendirmesi ise şöyle: “Bu tür programlar izleyiciyi “dikizci ve röntgenci” konumuna sokmaktadır.”
Bu programlar insanı rencide etmekte, onu mal gibi pazarlanan bir aaaa haline getirmektedir. Aile yapımıza ve milli kimliğimize uygun değildir. Sık sık yaşlılar da bu programlara konuk edilmekte, onların yaşlılık zaafları vesile yapılarak, aile müessesesi hafife alınmaktadır. Tercüman gazetesinden Tuna Serim, “İzdivaç programları”nı “evlilik kurumuna darbe” olarak değerlendiriyor: “Türk insanı kadınıyla erkeğiyle mahçuptu, hele evlilik söz konusu olunca. Çünkü evlilik kurumu saygın bir kurumdu. Şimdi iki kanalda yayınlanan iki programa bakıyorum da, bu ülkenin insanının ne hale geldiğini görüp üzülüyorum. Sanırsınız ki, Türkiye´nin tek derdi evlenmek… (…) Halkım evlenmek istiyor, milyonların önünde, erkekler kadın, kadınlar erkek arıyorlar. Evlensin de, kiminle olursa olsun, araya zilli sunucular da girince, değmeyin aaaiflerine. Bırakın gençleri, ihtiyar erkekler kadınlar “ille de koca” diyor, kameraların karşısında talip bekliyorlar. Aklıma Züğürt Ağa filmindeki baba tipi geliyor, hani, “karı istireem”
diye bağırıyordu ya, öylesine bir rezillik yaşanıyor. Utanma unutulmuş, ekran müşteri bekleyen esir pazarlarına dönmüş, biri canlı yayına bağlandı mı hemen ısrar başlıyor, “gel tanışalım” diye. Adamın arabası yoksa kanal araba gönderip aldırıyor, nasılsa program uzun, saatlere yayılmış, kaç kişi gelse bekleyecekler. (..) Star sunucusu Esra Erol, ellerine zil takmış, ağzını yayarak ekran cilvelerine başlıyor, buna göbek atmalar ekleniyor, koca bekleyenler hep birden şamataya katılıyorlar. Gözü çöplükte bir ihtiyar, kendisine önerilen kadının başını bağlamasını istiyor, kadın bağlamam deyince salonda göbek başlıyor. “Biri gider, biri gelir” diyerek, sanki açık pazarda mal arıyorlar. Türk insanı bu programlara asılmış, rezillikten eğlencelisi var mı?”
CageOfMan
CageOfMan
• HızLı üye •
• HızLı üye •

<B>Mesaj Sayısı</B> Mesaj Sayısı : 159
<B>Rep Sayısı</B> Rep Sayısı : 190
<B>Kayıt tarihi</B> Kayıt tarihi : 25/05/10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz