Join the forum, it's quick and easy

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Abdül Fettah Rauf

Aşağa gitmek

Abdül Fettah Rauf Empty Abdül Fettah Rauf

Mesaj tarafından GoDFaTHeR Ptsi Mayıs 31, 2010 10:51 pm

Şair

1910 yılında Üsküp'te doğdu. İyi bir medrese öğrenimi gördü.
Öğreniminin sonunda müderrisliğe yükseldi. İki dünya savaşı arasında
Makedonya Türklerinin yetiştirebildiği, sayıları çok az olan aydın ve
ulemadandır.

İnançlarından taviz vermeye yanaşmadığından, 1945 yılında yeni kurulan
Yugoslavya rejiminin gazabına uğradı. Dini liderlikle suçlanıp
yargılandı. Hapse atıldığı sırada illegal "Yücel" Teşkilatı da ortaya
çıkarılmıştı. "Yücel" Teşkilatı içinde çalıştığına dair herhangi bir
bulgu yoktur. Her nasıl olursa olsun, asıl amaç, Makedonya Türkleri
arasında liderliğe yükselebilecek saygın kişilerin susturulması,
bununla da halkın tamamen sindirilmesiydi. 1956 yılma kadar hapis
yattı. Bir yıl da Bosna Hersek'te bulunan Doboy'da "taş kırmaya"
gönderildi. Hapiste geçirdiği yıllar sağlığını bozmuş, onu bedenen
çöktürmüştü. Hapisten çıkışından sonra da, sadece şekil değiştiren
eziyetten yakayı kurtaramadı. Uzun zaman işsiz kaldı. Müezzinlik
yapmasına bile izin verilmeyip mağdur edildi. Hayatının son yıllarında,
Makedonya Devlet Arşivi'nde işe alındı. 1963 yılında vefat etti.

İki dünya savaşı arasında başlayan şiir çalışmalarını ölümüne kadar
sürdürdü. Hapishanede geçirdiği yıllarda bile şiiri terk etmedi.
Hapisteyken kaleme aldığı aaaaen bin kadar mısraı, ele geçirilip başına
başka dertler açmasın diye, dostları tarafından imha edilip
yakılmıştır. Türlü şahısların elinde kalmış üç yüz bin civarında
mısrası bulunduğu söylenmektedir.

Dini, milli ve sosyal konulara ağırlık veren Abdül Fettah Rauf'un
şiirlerinin büyük bir kısmını, ölümünden hemen sonra, öğrencilerinden
Kemal Aruçi Vrapçişte'ye götürmüştür. Kimi örnekleri Üsküp'te
yayımlanmakta olan "El Hilal" dergisinde yayınlanmıştır. Şiirleri, şu
ana kadar kitap haline getirilememiştir.


HAKKINDA YAZILANLAR

Üsküp’te Abdül Fettah Rauf da Yaşadı


“Önce yazdığı şiir havasını bir nebze de olsa soluyalım istedim hep
beraber. Bu nedenle, “Haftanın Şiiri” köşesine, okuyabilme fırsatı
bulduğum şiirlerinden, çok sevdiğim “Kuvvet ve Hak” şiirini gönderdim.
Abdül Fettah Rauf, bir dönemde, belli bir rejim tarafından örülen
“ideolojik duvarı” aşamayan, bu nedenle de sınırlı sayıda kişinin,
hakkında son derece sınırlı şeyler bildiği, önemli ve değerli
aydınlarımızdan biri. Ancak onun daha geniş kitlelere tanıtılamamış
olmasının faturasını, sadece, kendine rakip istemeyen bir ideolojiye,
bu ideolojinin katı savunucusu bahse konu rejime çıkartmaya
kalkmamalıyız. Bunda, 1945 yılından beri aydın geçinenlerimiz başta
olmak üzere, hepimizin günahı vardır elbette.

Suat ENGÜLLÜ’nün Yazısı

Çocukluk anılarında, Abdül Fettah Rauf’un hayal meyal suretini bir
andaç gibi saklayan “imtiyazlı kişilerden” biri olarak, aramızdan erken
ayrılmasının Allah’ın takdiri olduğuna asla şüphem yok. Ancak böyle
olmakla birlikte, keşke daha uzun yaşasaydı da, oturup kendisiyle şiir,
şiiri, şiirimiz hakkında konuşabilseydim der dururum hâlâ. Tıpkı keşke
kadri bilinseydi de şiirleri kitaplaştırılsaydı; tek tük şiirini
okuyarak değil, şiir kitaplarını okuyarak tanıyabilseydik,
tanıtabilseydik onu.dediğim gibi.

İnşallah bir gün bunu da görmüş, bu olanağa da kavuşmuş oluruz. O
zamana kadar, ulaşabildiklerimizle yetinmekten başka bir seçeneğimiz
yok. Tıpkı “Yedi İklim” dergisinde yayımlanan bu naçizane yazıyı
yazarken, benim de, birkaç şiiri ve hakkında ulaşabildiğim çok aza
bilgiye dayanarak yazmaktan başka bir seçeneğim olmadığı gibi.

Tarihçiler hak verir mi bilemem; ama ben diyorum ki Osmanlı devri,
Rumeli’nin elden gidişiyle kapanmıştır. Kapanmasına kapanmıştır da, bu
“felâketi” yaşayan, Balkan Savaşları’ndan beri devam eden (zaman zaman
diner gibi görünen, fakat hep tekrar tekrar azan) trajediye maruz
kalan, “Rumeli terk edilmez” diyenlerimiz, uzun bir süre daha bu acı
gerçeği sineye çekememişlerdir. Geçen zaman içinde, Rumeli coğrafyası
yeni baştan “şekillenmiş”, yeni yeni devletler ortaya çıkmış, farklı
rejimler gelmiş geçmiştir, ama özellikle “Rumeli’nin göbeğinde” yer
alan o “paylaşılamayan toprak parçası Makedonya” da, ezelden beri
“evlâd-ı fatihan” olmanın gururunu gizlemeyen Türkler, Osmanlı’nın
bıraktığı kültür mirasını yaşatmaya, bu önemli hazineye karınca
kararınca bir şeyler daha katmaya uğraşıp durmuşlardır. Ülkeler
arasındaki ilişkilerde daima “oynadıkları köprü rolüyle hatırlanan
Türkler”, Makedonya Cumhuriyeti’nin Balkanlar’da bağımsız bir devlet
olarak ortaya çıkışına kadarki dönemde, Türkiye’den hiç yardım
görmemelerine rağmen (oysa, iki sınır ötelerde büyük başarılara
ulaşmalarını sağlayacak, eninde sonunda mutlaka geleceğine inandıkları
bu yardıma öylesine umut bağlamışlardı ki sormayın), içinde
bulundukları şartları ve sahip oldukları imkânları zorlayarak önemli
işler de başarmışlardır. Hiç kuşkusuz bütün bu başarılanlar arasında,
Balkan Savaşları’nın araya girmesiyle kesintiye uğrayan Makedonya Türk
Edebiyatı’na tekrar hayatiyet verebilmiş olmaları başta gelmektedir.

Bugüne kadar hayatı, eserleri, yaratıcılığı hakkında herhangi bir
çalışmanın maalesef yapılmadığı, iki dünya savaşı arasında neredeyse
tek başına edebiyat mücadelesi verdiği bilinen Üsküp Rufaî Tekkesi’nin
şeyhi Şeyh Saadeddin Efendi’ nin son derece zor şartlar altında, büyük
imkânsızlıklar içinde bir yere kadar getirebildiği yolun, İkinci Dünya
Savaşı sonrasında doğan yeni şartlar ve imkânlar ortamında devamı
sayılması gereken Makedonya Türk Edebiyatı, elli yıl gibi kısa bir süre
içinde, kopmaz bir parçası olduğu Türk Edebiyatı’ ndan “koparılmış”
olarak gelişmiş olmasına rağmen, hiç mi hiç küçümsenemeyecek bir düzeyi
yakalamıştır. 1943 yılının sonlarından itibaren bu topraklarda
“hakimiyetini ilân eden” rejimin bağlı olduğu ideoloji ile belirlenen
sınırlar olmasaydı ve 1950’li yıllarda ortaya çıkan ilk kuşak Makedonya
Türk yazarları inanç ve düşünceleriyle doğal olarak belirlenen
“ideolojik sınırın” ötesinde kalanları da “kurdukları edebiyat
sofrasına” almaya biraz olsun gayret sarf etselerdi, Makedonya Türk
Edebiyatı’ nın ulaştığı nokta, muhakkak ki çok çok yukarılarda olurdu.

“İdeolojik sınırın” ötesinde kalan, Makedonya Türk yazarlarınınsa
kendisini de aralarına katmaya herhangi bir teşebbüste bulunma
zahmetine bile katlanmayı göze alamadıkları edebiyatçılardan biri ve
hiç kuşkusuz en değerlisi, Üsküplü şair Abdül Fettah Rauf’ tur.

Ne yalan söylemeli; elden gidişi, içimizde hep bir ukde olan Rumeli’yi,
“Yüce Hak inayetisin bize / A güzel vatan, a şirin vatan / Atalar
emanetisin bize / A güzel vatan, a şirin vatan” dizeleriyle anlamlı bir
biçimde yücelten Abdül Fettah Rauf, 1910 yılında Üsküp’te dünyaya
gelmiştir. Hacı İshak sülâlesindendir. Babası, Üsküp eşrafından Rauf
Efendi, oğlunun iyi bir eğitim görüp yetişmesi için elinden geleni
esirgememiştir. Fakat onu, kendi mesleği olan tüccarlığın dışında
tutmuş, dönemin ünlü din âlimlerinden Ataullah Efendi’nin yanında
yetişmesini sağlamıştır. Kendisi de okumaya ve ilme meraklı olan Abdül
Fettah Rauf eğitimini müderrisliğe kadar sürdürmüştür.

Bir inanç ve fikir adamıdır. İki dünya savaşı arasında Makedonya’da zar
zor yetişebilen, sayıları çok az olan aydın ve ulemanın önde
gelenlerindendir. Kısa fakat onurlu yaşamı boyunca, inanç ve
fikirlerinden taviz vermeye kesinlikle yanaşmamıştır. Aslında bir erdem
sayılması gereken bu tavrına karşılık yüksek bir bedel ödemiştir. Öyle
ki 1945 sonrası Yugoslav rejiminin gazabına uğrayan Makedonyalı Türk
aydınlarından biri olmuştur. Rejim açısından “tehlikeli” görülen
kimselerden kurtulmak için en olmadık suçların icat ve isnat edildiği
bu dönemde, “rejim aleyhtarlığı” yaptığı gerekçesiyle tutuklanıp
yargılanmıştır. Yedi yıl ağır hapis ve “cebri iş”, üç yıl siyaset
yasağı cezasına çarptırılmıştır.

Abdül Fettah Rauf’un, “cani” damgasını yediği, ihanetle suçlandığı ve
“İslâm camiasındaki mevkilerini suiistimal ederek halkın ve devletin
aleyhine” faaliyette bulunmak suçundan hüküm giydiği sıralarda,
Makedonya’da, illegal “Yücel” Teşkilâtı da ortaya çıkarılmıştı.
Makedonya Türklerinin ulusal ve dinî hak ve özgürlüklerinin savunulması
mücadelesini veren “Yücel” Teşkilâtı’ nın “beyni olduğu(?)” söylenen
“El Azhar” mezunu Şuayip Aziz teyzesi oğludur. Ancak, Abdül fettah
Rauf’ un “Yücel” Teşkilâtı içinde faaliyette bulunduğuna dair herhangi
bir bulgu yoktur.

Birbirini izleyen bu olayların asıl amacı, Makedonya Türkleri arasında
ulusal ve dinî liderliğe yükselebilecek, insanların sevgi ve saygısını
kazanmış kişilerin saf dışı bırakılması, geniş halk kitlelerinin,
gözdağı verilmek suretiyle sindirilmesinin sağlanmasıydı.

Hapiste, özellikle “taş kırmaya” gönderildiği Doboy’da (Bosna Hersek)
geçirdiği yıllar, sağlığının bir hayli bozulmasına sebep olmuş, bedenen
çökmesine yol açmıştı. Gerçi 1954 yılında hapisten çıkmıştı ama
izlenmeye devam edilmişti. Uzun zaman işsiz bırakılmış, müderris
olmasına rağmen, müezzinlik yapmasına bile izin verilmeyip son derece
mağdur edilmişti. Hayatının son yıllarında Makedonya Devlet Arşivi’nde
işe alınmıştı.

Üsküp’te yaşayan bizim kuşağın çocukluk anılarına bir kâbus gibi
yerleşen 1963 yer sarsıntısından kısa bir süre önce Tanrı’nın rahmetine
kavuşan Abdül fettah Rauf’u tanıyanların, anımsayanların sayısı pek
fazla değildir herhalde günümüzde. Çoğu anıları silen, çoğunu âdeta
kalın bir sis tabakasıyla örten koca bir otuz yıl geçti çünkü ölümü
üzerinden.

Uğradığı akıl almaz iftiralara ve bu iftiraların sonucu olan
haksızlıklara rağmen, Abdül fettah Rauf, 1945 sonrası dönemde aynı ya
da benzer kaderi paylaştığı Makedonyalı aydın hemşerilerinin çoğundan
şanslı sayılır yine de. Bütün suçları vaat edilen, kısmen tanınan
ulusal ve dinî hak ve özgürlüklerin gereğince yerine getirilmesinin
savunuculuğunu yapmak olan bu aydınların çoğu, verdikleri değerli
mücadele dışında, artlarında başka bir iz bırakamazken, Abdül fettah
Rauf, kaleme alınmalarının üzerinden onca yıl geçmiş olmasına rağmen,
ne yazık henüz değerlendirilememiş, bir an önce değerlendirilmeyi
bekleyen defterler dolusu şiirler bırakmıştır.

Abdül Fettah Rauf, un şiir çalışmaları iki dünya savaşı arasındaki
dönemde başlamış, ölümüne kadar da hiç aralıksız devam etmiştir. Bir
“rejim komplosunun” kurbanı olarak hapiste geçirdiği, ömrünü bile
kısalttığı muhakkak olan, hayatının en ağır yıllarında bile, şiiri bir
an olsun terk etmemiştir. Hapisteyken kaleme aldığı aaaaen bin
civarında mısrası, ele geçirilip başına yeni dertler açmasın diye,
dostları tarafından imha edilip yakılmıştır. Ayrı ayrı şahısların
elinde kalmış -umarız değeri bilinip korunmuş-, gün yüzüne çıkarılmayı,
okuruyla buluşturulmayı bekleyen, üç yüz bin kadar mısrası bulunduğu
söylenmektedir. Edindiğimiz bu bilgiler, kendisinin şiir üzerindeki
çalışmalarının ne denli yoğun olduğunu göstermektedir.

Şimdilerde olup bitenleri daha ellili yıllardan görebilen, Türk-İslâm
kültürünün birer abidesi olan Manastır ve Pirlepe saat kulelerine haç
dikilmesinin acısını bundan kırk kadar yıl önceleri yaşayıp “Hani yok
mu meşalemi yakan / Kim olur ya alnına haç takan / Bu cinayete hani bir
bakan / A güzel vatan, a şirin vatan” diye feryat eden Abdül Fettah
Rauf, eski Türk geleneğinin izinden yürüyerek savunduğu inanç ve
düşüncelerin sınırları içinde kalarak günceli ve çağdaşı yakalamaya
gayret göstermiştir. Şiirlerinin bir bölümünde Hatifî mahlasını
kullandığını gördüğümüz şairin şiirlerini, konuları itibarıyla dört
gruba ayırabiliriz:

a. Dinî şiirler: İslamî düşünce ve yaşama tarzının hakim olduğu
şiirlerinin en büyük bölümü, dinî konulara adanmıştır. Bu şiirlerinde
görülen önemli bir özellik, getirmeye çalıştığı yorumların, bir bakıma
yaşanan zamanın yansıması oluşudur. Buna bir örnek vermek gerekirse,
1958 yılında yazdığı “Leylei Miraç” şiirinin şu iki dizesini hep
birlikte okuyabiliriz:

“Miracı kıyas etme bu dünyada roketle
Bir ilgisi yoktur bu ilâhî hareketle.“

Hatırlanacağı gibi, şiirin kaleme alındığı yıllar, uzay
araştırmalarının büyük bir hız kazandığı yıllardı. Uzay çalışmalarının
büyük bir heyecanla izlendiği, insanoğlunun dünyanın dışında bir “kara
parçası” olan Ay’a ayak basmaya hazırlandığı bu yıllarda, “aklın
ermediği” bazı dinî konularda “bilim kurgusal” yorumlar üretilmekteydi.
Abdül Fettah Rauf’ un bu şiiri, Miraç konusunda üretilen bu gibi
“yorumlara” tepki olarak doğmuştur.

b. Sosyal şiirler: 1945 sonrasında kurulan rejim, Yugoslavya’da yaşayan
Müslüman topluluğu rahatsız edici gelişmeleri de beraberinde
getirmiştir. Bu gelişmeler, Makedonya’da yaşayan Türkler arasında hem
ulusal, hem dinî endişelerin doğmasına yol açmıştır. Olaylar yıldırım
hızıyla gelişmiş, haksızlık ve baskılar birbirini izlemiştir. Sonunda
bıçak kemiğe dayanış, yüz binlerce insan göçe zorlanmıştır. Bu akıl
almaz zulmün tanığı olan şair, bu acı tablo karşısında isyan edecektir
kuşkusuz:

“Sürülür öz vatanından sürünür yurttaşlar
Meskenetle aşağı doğru eğilmiş başlar.”

Balkan Savaşları’ndan sonra, Rumeli’den Türkiye’ye en büyük göç olarak
tarihe geçen 1953 göçünün patlak vermek üzere olduğu 1952 yılında
yazılmış olan bu dizeler, Makedonya, dolayısıyla da Kosova Türklerinin
bu büyük trajedisi hakkında yazılmış ilk dizelerdir.

Abdül Fettah Rauf, sosyal konulu şiirlerinde sert bir eleştiri
getirmektedir. Bu eleştiri kuşkusuz ki “rejimin zalimlerini” hedef
almaktadır. Fakat dolaylı olarak, baskıya, haksızlığa, zulme maruz
kalanları da, tepkisizlikleri ya da yanlış tepkileri yüzünden
eleştirmekten geri durmamaktadır.

c. Millî-tarihî şiirler: Osmanlı millî anlayışı ve tarihî sınırlarının
dışına çıkmayan bu şiirler, aslında ömrünün sonuna kadar katıksız bir
“evlâd-ı fatihan” olarak yaşayan Abdül fettah Rauf’ un
“övünç-hüzün-özlem” şiirleridir. Millî değerlerini, tarihî mirasını
şiirleştirirken gösterdiği isyan aşırıcılığa kaçmamaktadır. Ele aldığı
konulara akılcı yaklaşımı, romantizm tuzağına düşmesini önlemiştir.
Tabiî ki bu, duyguların coştuğu anlar olmamıştır anlamına gelmez. Bir
şiirinde “Yine bazen kabarır, biz beşeriz, hislerimiz” diyen şair de
bunun bilincindedir. Ancak, övünç duygusuyla “Toprağında nice bin veli
var yatan / Armağan eylemiş hür atan, mert atan / Nerde var böyle şen,
böyle kutsal vatan” derken de, hüzne kapılıp “Hani bunca kutlu
hayallerin / Sesi sustu Ibnî Kemallerin / Sebebi nedir ya bu hallerin?”
diye hayıflanırken de, isyan bayrağını açıp “Rüzgârdan kanat takmalı
sert atın / Bir şeref katmalı ömre her saatin / Zulme karşı savaş eski
ırk san’atın” diye haykırırken de, “Nerde o devlet-ü şanları / At ile
dağ deniz aşanları?” diye özlemini dile getirirken de ölçüyü
kaçırmamış, kinden, nefretten hep uzak durmuştur.

ç. Felsefî şiirleri: Abdül Fettah Rauf, şiirlerinde yansıtmaya
çalıştığı düşünceler ve bu düşüncelerle ilgili getirdiği yorumlar
bakımından, İslâm felsefesi sınırları içinde hareket eden bir şairdir.
Fakat kanımızca o, bu “sınırların değişmezliğini” kabul edip
savunanlardan değildir. Okuma fırsatını bulduğumuz şiirlerinden
edinebildiğimiz ilk izlenim bir kıstas sayılabilirse eğer, onun, bu
“sınırların mümkün olduğunca geniş ve esnek” tutulmasından yana
olduğunu iddia edebiliriz. Şiirlerinde ortaya koyduğu düşüncelere, bu
düşüncelerle ilgili yorumlarına bakıldığında, değişmez dinî kuralların
düşünceye engel sayılamayacağına, aksine yeni ufuklar açabileceğine
inanmış, aydın bir kafa yapısına sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.

İlerici, aydın kişiliğine kuşku duyulmasına alan bırakmayan diğer bir
nokta da, “Hikmet-i Aristo, felsefe-i Çin” dizesinden de
anlaşılabileceği gibi felsefeye hiç de yabancı olmayan şairin, İslâm
âleminde yeterince önemsenmemiş olan “yazılı kültür”ün taşıdığı önemin
bilincine sahip oluşudur. “Kalemle Hasbıhâl ve Kaleme Arzuhal” şiirinde
bunu dile getiren şu dizelerine rastlamaktayız:

“Îzân dile gelirse beş kişiye duyurur
Lâkin kalem sesiyle beş kıtaya buyurur

Dilin sesi ânîdır kalemin câvidanî
Ey kalem ebediyen bize hakkı haykır dur”

Bu dizeleri haykırabilen bir şairin “irfân” üzerinde de önemle durması,
“İrfânla bilindi nefs-ü âfâk / irfânla bilindi feyzi hallâk / İrfânsız
akıl akılsız insan / İrfânla olur kemâl-ı ahlâk” gibi değerli yorumlar
getirmesi kadar doğal bir şey olmasa gerek.

Düşüncenin ya da insan aklının sınırsızlığına, irfânsız ya da ilimsiz
insan olmanın imkânsızlığına, duyarlığını yitirmiş ya da ölü ruhların
hak-insanlık pazarından eli boş dönmeye mahkûm olduklarına inanan, bu
inançlarını bir “halk düşünürü” edasıyla şiirlerinde dile getiren Abdül
Fettah Rauf’un, en olgun çağında halkına ulaşabilmesi, rejimin sinsi
baskılarına rağmen hiçbir zaman inançlarından kopmayan halkını
aydınlatabilmesi önlenmiştir ne yazık ki. Bunda, “katı rejim yanlısı”
hemşerilerinin de günahı büyüktür. Fakat kanımızca asıl üzücü olan,
genç yaşta ölen şairin bilgisinden yararlanan, engin düşüncelerinden
feyiz alan dostlarının, öğrencilerinin “ihanetine” uğramasıdır. İşte,
bu sözünü ettiğimiz, Abdül Fettah Rauf’a “yakın çevresinin” ettiği
ihanet, baskı rejiminin bile zor başarabileceğini başarmıştır ve bu
büyük Üsküplü şairin şiirinin, ölümünün üzerinden otuz küsur yıl geçmiş
olmasına rağmen, susturulmasını nerdeyse başarmıştır.

İddia edildiğine göre, şiirlerinin büyük bir bölümü, ölümünden hemen
sonra, öğrencilerinden Kemal Aruçi tarafından Gostivar’a bağlı
Vrapçişte (Raptiştah) köyüne götürülmüştür. Bugün, bu şiirler, büyük
bir ihtimalle, kendisi de vefat etmiş bulunan Kemal Aruçi’nin,
İstanbul’da bulunan oğlu Muhammet Aruçi’nin elinde bulunmaktadır.

Abdul Fettah Rauf’un şiirlerinin önemli bir bölümü, Zagreb Hukuk
Fakültesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul’a yerleşen ve 1993 yılında
ölen öğrencisi Bekir Saddak, şairin Türkiye’ye göç eden oğlu Rıdvan
Rauf’tan, yayınlatmak bahanesiyle almıştır.

Sağda solda kalmış, bari şimdilik akıbeti bilinmeyen üç yüz bin
civarında mısraın çok az bir bölümü de, Abdül Fettah Rauf’un şiir
dünyasına açılmasını ardına kadar candan temenni ve arzu ettiğim
pencereyi biraz olsun aralamama yardımcı olan, kendisi de 1950’li
yıllardan beri şiir yazmakla uğraşan, hayatını İstanbul’da sürdüren
Üsküplü komşum ve hemşerim Cavit Saracoğlu tarafından korunmaktadır.

Evet, Abdül Fettah Rauf bir aydın, âlim ve şair olarak, hem
Makedonya’da inançları doğrultusunda büyük bedel ödeyerek verdiği
mücadeleyle, hem bugüne kadar maalesef kadri bilinmeyen şiir
yaratıcılığıyla anılmayı, anımsanmayı, yaşatılmayı hak edenlerden
biridir. Bunca yıl sonra anımsanmasının, anılmasının, yaşatılmasının en
anlamlı yolu da, şiirlerinin bir bölümünün kitap hâline getirilmesidir.
Umarız “dostlarının-yakınlarının” otuz küsur yıl süren ihaneti, bu
imkânlara sahip bir hak dostu tarafından noktalanır.

Dipnot

1 1900 yılında Üsküp Rifaî Tekkesi postnişinliğine gelen Şeyh Saadeddin
ardında birçok eser bırakmıştır. Makedonya Türk şair ve yazarları,
özellikle son yıllarda, Şeyh Saadeddin’in Makedonya Türk edebiyatındaki
önemine sık sık işaret etmektedirler. Ne yazık ki, bugüne kadar Şeyh
Saadeddin’in hayatı, kişiliği, yaratıcılığı ve eserleri konusunda
herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Bu nedenle, 6 Şubat
1936 tarihinde ölen Şeyh Saadeddin hakkında elimizde fazla bir bilgi
bulunmamaktadır. Bizim, Şeyh Saadeddin ile ilgili son derece sınırlı
bilgi edinebildiğimiz kaynaklar Yahya Kemal Beyatlı’nın “Çocukluğum,
Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım” (İstanbul Fetih Cemiyeti, 3.
Baskı, İstanbul, 1986)) adlı eseri ve “Yönelişler” Dergisi’nde
yayımlanan M. Zihni Üskübî imzalı “Üsküp Rifaî Dergâhı’nın Tarihçesi”
(Aylık Kültür ve Sanat Dergisi, Nisan 1983, İstanbul, yıl 2, sayı 22,
sayfa 43-46) başlıklı yazıdır. 1988 yılında vefat eden Rifaî Tekkesi
şeyhi Şeyh Haydar, Şeyh Saadeddin’in eserlerinin çoğunun ayrı ayrı
şahısların ellerinde bulunduğunu ileri sürmüştür. Kendisi, Şeyh
Saadeddin’in yaratıcılığından bazı örnekleri, değerlendirilmek üzere
Prof. Dr. Nimetullah Hafız’a verdiğini de iddia etmiştir. Ne yazık ki
Prof. Dr. Nimetullah Hafız bugüne kadar bu alanda herhangi bir çalışma
ortaya koymuş değildir. Şeyh Haydar’ın koruyabildiği, Şeyh Saadeddin’e
ait eserler, bugün, büyük bir ihtimalle Rifaî Tekkesi şeyhi olan oğlu
Şeyh E. İbrahim’in elinde bulunmaktadır.

2 Makedonya Türk Edebiyatı Türk Edebiyatı’ndan “koparılmış” olarak
gelişmiştir diyoruz çünkü krallık Yugoslavya rejimi de, sosyalist
Yugoslavya rejimi de, kendine özgü yöntemlerle, Makedonya’da yaşayan
(Tito Yugoslavyası’nın özellikle ilk yıllarında) Türklerin ana ülke ile
bağlarını koparmak istemişler, Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerini
asgarî düzeyde tutmuşlardır. Bu durumdan Makedonya Türk Edebiyatı da
“nasibini” almıştır. Öyle ki Makedonya Türk Edebiyatçıları 60’lı
yıllara kadar Türk Edebiyatı’ndaki gelişmeleri doğru dürüst
izleyememiş, gelişiminde bundan kaynaklanan sorunlarla karşılaşmıştır.
Balkan Savaşları’ndan sonra Türkiye dışında kalan Türklerin
geliştirmeye büyük gayret sarf ettikleri edebiyatların anlam ve önemini
maalesef idrak edememiş olan Türk edebiyatçılar da, Makedonya Türk
Edebiyatı ile yakından ilgilenmemiş, bu edebiyatın daha kısa sürede
daha büyük bir gelişim kaydetmesi yolunda gereken destek ve yardımı
göstermemişlerdir.

3 Abdül Fettah Rauf hakkındaki bilgileri ve bu yazıda bazı bölümlerini
verdiğim şairin şiirlerini, Cavit Saracoğlu vermiştir. Fırsattan
yararlanarak, yardımları nedeniyle kendisine teşekkürlerimi dile
getirmeyi borç biliyorum.

4 Fettah Rauf ve Onun Grupuna Dahil Balistlerin Yargılanması, “Birlik” Gazetesi, Üsküp, 1 Ekim 1947, s. 4.

5 Makedonya İslâm Dinî Camiası’nın Evkaf Meclisi Yönetmenleri ve Ülema
Meclisi Üyelerinin Müşterek Oturumları Yapıldı, “Birlik” Gazetesi,
Üsküp, 20 Şubat 1948, s. 4.

6 5. dipnota bakınız.

7 “Yücel” Teşkilâtı’nın başkanı olan Müderris Şuayip Aziz, 19-26 Ocak
1948 tarihleri arasında Üsküp’te yapılan duruşma sonunda, daha üç dava
arkadaşıyla birlikte idama mahkûm edilmiştir. İdam cezasının tam ne
zaman ve nerede infaz edildiği hâlâ bilinmemektedir. Konu hakkında daha
geniş bilgi edinmek isteyenler 20-27 Ocak 1948 tarihleri arasında
yayımlanan “Birlik” ve “Nova Makedonıja” gazetelerinden
yararlanabilirler. “Yücelciler’in davasına önemli ölçüde gölge
düşürecek iddiaların yer almasına rağmen, Mehmed Ardıcı’nın anılarını
içeren “Yücelciler 1947” (İnsan Yayınları, İstanbul 1991) kitabına göz
atmada da yarar vardır.

8 Manastır Saat Kulesi’ne 28 Ağustos 1992, Pirlepe Saat Kulesi’ne ise
27 Eylül 1992 tarihinde, Makedon Ortodoks Kilisesi’nin düzenlediği dini
törenle haç dikilmiştir. Ne yazık ki, üstelik Makedonya’nın
bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olan Türkiye Cumhuriyeti yönetici ve
yetkilileri bu konuda “suskun” kalmayı “tercih etmiştir”.

9 Abdül Fettah Rauf’un kimi şiirlerini, 1987 yılından bu yana, Türkçe,
Arnavutça ve Makedonca olarak yayımlanmakta olan, Makedonya İslâm
Birliği Meşihatı Yayın Organı “Hilâl” İslâmî Kültür ve Haber Gazetesi
(ayda bir çıkar) zaman zaman okurlarına takdim etmektedir.
x
Kuvvet ve Hak


Denizde hayvanlar kendi cinsinden
Karada insanlar kendi cinsinden

Zayıfı boğarlar yaşamak için
Hikmet-i Aristo felsefe-i Çin

Burada birleşmiş gücü alkışlar
Hak nedir acaba böyle şey mi var

Dikilen heykeller birkaç dağ taşı
İşleyip oyarak milyonla başı

Yiyen bir ejderha timsâlidir o
Kan içen bir zulmün taş hâlidir o

Mazlumlar oyarlar yine o taşı
Alçıyı yoğurur bunca göz yaşı

Taştan bir yüreği taştan dökerler
Sonra gün gelir taşa dikerler

Yenenle yenilen âlemidir bu
Yiyenle yenilen âlemidir bu

Güçlü bir zulmü hak durduramaz yok
Bir açın hâlinden anlamaz hiç tok

Güçleri yıkacak yine güçtür güç
Güçsüz bir varlığın yaşaması güç

Fakat bu felsefe doğru mu asla
İnsanı hayvandan ayıran mana

Yine bu savaşı hak için yapsın
Kuvvete tapmasın tek hakka tapsın

Kuvvetli ol fakat zayıfı ezmek
Yadelin yurdunda dolaşıp gezmek

Kastiyle değil de zayıfa hizmet
Kastiyle güç bulup hakka et hürmet

Hayat bir cidâlden dedin ibaret
Düşün ki önce sen bir insan idin

Ot gibi it gibi savaşma doğrul
İnsanlık zevkini insanlıkta bul

Yemek bir kanundur sen de ye fakat
Düşün ki yemeğe muhtaçtır sakat

Kör zayıf topal aç o avare de
Çare bul yaşasın o biçâre de

Bir güneş kâfidir bütün dünyaya
Nûrunu nârınla dökme gayyâya

Bir kerre yetişir beşere vatan
Nedir bu didişme ömre semm katan

Kaynaklar ırmaklar suya kandırır
Savaştan volkanlar yakar yandırır

Savaşı şanlı bir sefer mi sandın
Cılızı çiğnemek zafer mi sandın

Kuvveti hakka sen yalancı şahit
Tutarak eğlenme zulm sana ait

Kuvveti hakka sen hizmetçi eyle
İnsanlık icâbı değil mi böyle

Hayvandan nebattan farklı ol farklı
Fark arada garplı ya şarklı.

(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 7, Suat Engüllü,
Makedonya Türk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1997, s. 141-142)
Makedonya Türkleri Resmi Sitesi

X
05.03.2006

“Önce yazdığı şiir havasını bir nebze de olsa soluyalım istedim hep
beraber. Bu nedenle, “Haftanın Şiiri” köşesine, okuyabilme fırsatı
bulduğum şiirlerinden, çok sevdiğim “Kuvvet ve Hak” şiirini gönderdim.
Abdül Fettah Rauf, bir dönemde, belli bir rejim tarafından örülen
“ideolojik duvarı” aşamayan, bu nedenle de sınırlı sayıda kişinin,
hakkında son derece sınırlı şeyler bildiği, önemli ve değerli
aydınlarımızdan biri. Ancak onun daha geniş kitlelere tanıtılamamış
olmasının faturasını, sadece, kendine rakip istemeyen bir ideolojiye,
bu ideolojinin katı savunucusu bahse konu rejime çıkartmaya
kalkmamalıyız. Bunda, 1945 yılından beri aydın geçinenlerimiz başta
olmak üzere, hepimizin günahı vardır elbette.

Suat ENGÜLLÜ’nün Yazısı

Çocukluk anılarında, Abdül Fettah Rauf’un hayal meyal suretini bir
andaç gibi saklayan “imtiyazlı kişilerden” biri olarak, aramızdan erken
ayrılmasının Allah’ın takdiri olduğuna asla şüphem yok. Ancak böyle
olmakla birlikte, keşke daha uzun yaşasaydı da, oturup kendisiyle şiir,
şiiri, şiirimiz hakkında konuşabilseydim der dururum hâlâ. Tıpkı keşke
kadri bilinseydi de şiirleri kitaplaştırılsaydı; tek tük şiirini
okuyarak değil, şiir kitaplarını okuyarak tanıyabilseydik,
tanıtabilseydik onu.dediğim gibi.

İnşallah bir gün bunu da görmüş, bu olanağa da kavuşmuş oluruz. O
zamana kadar, ulaşabildiklerimizle yetinmekten başka bir seçeneğimiz
yok. Tıpkı “Yedi İklim” dergisinde yayımlanan bu naçizane yazıyı
yazarken, benim de, birkaç şiiri ve hakkında ulaşabildiğim çok aza
bilgiye dayanarak yazmaktan başka bir seçeneğim olmadığı gibi.

Tarihçiler hak verir mi bilemem; ama ben diyorum ki Osmanlı devri,
Rumeli’nin elden gidişiyle kapanmıştır. Kapanmasına kapanmıştır da, bu
“felâketi” yaşayan, Balkan Savaşları’ndan beri devam eden (zaman zaman
diner gibi görünen, fakat hep tekrar tekrar azan) trajediye maruz
kalan, “Rumeli terk edilmez” diyenlerimiz, uzun bir süre daha bu acı
gerçeği sineye çekememişlerdir. Geçen zaman içinde, Rumeli coğrafyası
yeni baştan “şekillenmiş”, yeni yeni devletler ortaya çıkmış, farklı
rejimler gelmiş geçmiştir, ama özellikle “Rumeli’nin göbeğinde” yer
alan o “paylaşılamayan toprak parçası Makedonya” da, ezelden beri
“evlâd-ı fatihan” olmanın gururunu gizlemeyen Türkler, Osmanlı’nın
bıraktığı kültür mirasını yaşatmaya, bu önemli hazineye karınca
kararınca bir şeyler daha katmaya uğraşıp durmuşlardır. Ülkeler
arasındaki ilişkilerde daima “oynadıkları köprü rolüyle hatırlanan
Türkler”, Makedonya Cumhuriyeti’nin Balkanlar’da bağımsız bir devlet
olarak ortaya çıkışına kadarki dönemde, Türkiye’den hiç yardım
görmemelerine rağmen (oysa, iki sınır ötelerde büyük başarılara
ulaşmalarını sağlayacak, eninde sonunda mutlaka geleceğine inandıkları
bu yardıma öylesine umut bağlamışlardı ki sormayın), içinde
bulundukları şartları ve sahip oldukları imkânları zorlayarak önemli
işler de başarmışlardır. Hiç kuşkusuz bütün bu başarılanlar arasında,
Balkan Savaşları’nın araya girmesiyle kesintiye uğrayan Makedonya Türk
Edebiyatı’na tekrar hayatiyet verebilmiş olmaları başta gelmektedir.

Bugüne kadar hayatı, eserleri, yaratıcılığı hakkında herhangi bir
çalışmanın maalesef yapılmadığı, iki dünya savaşı arasında neredeyse
tek başına edebiyat mücadelesi verdiği bilinen Üsküp Rufaî Tekkesi’nin
şeyhi Şeyh Saadeddin Efendi’ nin son derece zor şartlar altında, büyük
imkânsızlıklar içinde bir yere kadar getirebildiği yolun, İkinci Dünya
Savaşı sonrasında doğan yeni şartlar ve imkânlar ortamında devamı
sayılması gereken Makedonya Türk Edebiyatı, elli yıl gibi kısa bir süre
içinde, kopmaz bir parçası olduğu Türk Edebiyatı’ ndan “koparılmış”
olarak gelişmiş olmasına rağmen, hiç mi hiç küçümsenemeyecek bir düzeyi
yakalamıştır. 1943 yılının sonlarından itibaren bu topraklarda
“hakimiyetini ilân eden” rejimin bağlı olduğu ideoloji ile belirlenen
sınırlar olmasaydı ve 1950’li yıllarda ortaya çıkan ilk kuşak Makedonya
Türk yazarları inanç ve düşünceleriyle doğal olarak belirlenen
“ideolojik sınırın” ötesinde kalanları da “kurdukları edebiyat
sofrasına” almaya biraz olsun gayret sarf etselerdi, Makedonya Türk
Edebiyatı’ nın ulaştığı nokta, muhakkak ki çok çok yukarılarda olurdu.

“İdeolojik sınırın” ötesinde kalan, Makedonya Türk yazarlarınınsa
kendisini de aralarına katmaya herhangi bir teşebbüste bulunma
zahmetine bile katlanmayı göze alamadıkları edebiyatçılardan biri ve
hiç kuşkusuz en değerlisi, Üsküplü şair Abdül Fettah Rauf’ tur.

Ne yalan söylemeli; elden gidişi, içimizde hep bir ukde olan Rumeli’yi,
“Yüce Hak inayetisin bize / A güzel vatan, a şirin vatan / Atalar
emanetisin bize / A güzel vatan, a şirin vatan” dizeleriyle anlamlı bir
biçimde yücelten Abdül Fettah Rauf, 1910 yılında Üsküp’te dünyaya
gelmiştir. Hacı İshak sülâlesindendir. Babası, Üsküp eşrafından Rauf
Efendi, oğlunun iyi bir eğitim görüp yetişmesi için elinden geleni
esirgememiştir. Fakat onu, kendi mesleği olan tüccarlığın dışında
tutmuş, dönemin ünlü din âlimlerinden Ataullah Efendi’nin yanında
yetişmesini sağlamıştır. Kendisi de okumaya ve ilme meraklı olan Abdül
Fettah Rauf eğitimini müderrisliğe kadar sürdürmüştür.

Bir inanç ve fikir adamıdır. İki dünya savaşı arasında Makedonya’da zar
zor yetişebilen, sayıları çok az olan aydın ve ulemanın önde
gelenlerindendir. Kısa fakat onurlu yaşamı boyunca, inanç ve
fikirlerinden taviz vermeye kesinlikle yanaşmamıştır. Aslında bir erdem
sayılması gereken bu tavrına karşılık yüksek bir bedel ödemiştir. Öyle
ki 1945 sonrası Yugoslav rejiminin gazabına uğrayan Makedonyalı Türk
aydınlarından biri olmuştur. Rejim açısından “tehlikeli” görülen
kimselerden kurtulmak için en olmadık suçların icat ve isnat edildiği
bu dönemde, “rejim aleyhtarlığı” yaptığı gerekçesiyle tutuklanıp
yargılanmıştır. Yedi yıl ağır hapis ve “cebri iş”, üç yıl siyaset
yasağı cezasına çarptırılmıştır.

Abdül Fettah Rauf’ un, “cani” damgasını yediği, ihanetle suçlandığı ve
“İslâm camiasındaki mevkilerini suiistimal ederek halkın ve devletin
aleyhine” faaliyette bulunmak suçundan hüküm giydiği sıralarda,
Makedonya’da, illegal “Yücel” Teşkilâtı da ortaya çıkarılmıştı.
Makedonya Türklerinin ulusal ve dinî hak ve özgürlüklerinin savunulması
mücadelesini veren “Yücel” Teşkilâtı’ nın “beyni olduğu(?)” söylenen
“El Azhar” mezunu Şuayip Aziz teyzesi oğludur. Ancak, Abdül fettah
Rauf’ un “Yücel” Teşkilâtı içinde faaliyette bulunduğuna dair herhangi
bir bulgu yoktur.

Birbirini izleyen bu olayların asıl amacı, Makedonya Türkleri arasında
ulusal ve dinî liderliğe yükselebilecek, insanların sevgi ve saygısını
kazanmış kişilerin saf dışı bırakılması, geniş halk kitlelerinin,
gözdağı verilmek suretiyle sindirilmesinin sağlanmasıydı.

Hapiste, özellikle “taş kırmaya” gönderildiği Doboy’da (Bosna Hersek)
geçirdiği yıllar, sağlığının bir hayli bozulmasına sebep olmuş, bedenen
çökmesine yol açmıştı. Gerçi 1954 yılında hapisten çıkmıştı ama
izlenmeye devam edilmişti. Uzun zaman işsiz bırakılmış, müderris
olmasına rağmen, müezzinlik yapmasına bile izin verilmeyip son derece
mağdur edilmişti. Hayatının son yıllarında Makedonya Devlet Arşivi’nde
işe alınmıştı.

Üsküp’te yaşayan bizim kuşağın çocukluk anılarına bir kâbus gibi
yerleşen 1963 yer sarsıntısından kısa bir süre önce Tanrı’nın rahmetine
kavuşan Abdül fettah Rauf’u tanıyanların, anımsayanların sayısı pek
fazla değildir herhalde günümüzde. Çoğu anıları silen, çoğunu âdeta
kalın bir sis tabakasıyla örten koca bir otuz yıl geçti çünkü ölümü
üzerinden.

Uğradığı akıl almaz iftiralara ve bu iftiraların sonucu olan
haksızlıklara rağmen, Abdül fettah Rauf, 1945 sonrası dönemde aynı ya
da benzer kaderi paylaştığı Makedonyalı aydın hemşerilerinin çoğundan
şanslı sayılır yine de. Bütün suçları vaat edilen, kısmen tanınan
ulusal ve dinî hak ve özgürlüklerin gereğince yerine getirilmesinin
savunuculuğunu yapmak olan bu aydınların çoğu, verdikleri değerli
mücadele dışında, artlarında başka bir iz bırakamazken, Abdül fettah
Rauf, kaleme alınmalarının üzerinden onca yıl geçmiş olmasına rağmen,
ne yazık henüz değerlendirilememiş, bir an önce değerlendirilmeyi
bekleyen defterler dolusu şiirler bırakmıştır.

Abdül fettah Rauf, un şiir çalışmaları iki dünya savaşı arasındaki
dönemde başlamış, ölümüne kadar da hiç aralıksız devam etmiştir. Bir
“rejim komplosunun” kurbanı olarak hapiste geçirdiği, ömrünü bile
kısalttığı muhakkak olan, hayatının en ağır yıllarında bile, şiiri bir
an olsun terk etmemiştir. Hapisteyken kaleme aldığı aaaaen bin
civarında mısrası, ele geçirilip başına yeni dertler açmasın diye,
dostları tarafından imha edilip yakılmıştır. Ayrı ayrı şahısların
elinde kalmış -umarız değeri bilinip korunmuş-, gün yüzüne çıkarılmayı,
okuruyla buluşturulmayı bekleyen, üç yüz bin kadar mısrası bulunduğu
söylenmektedir. Edindiğimiz bu bilgiler, kendisinin şiir üzerindeki
çalışmalarının ne denli yoğun olduğunu göstermektedir.

Şimdilerde olup bitenleri daha ellili yıllardan görebilen, Türk-İslâm
kültürünün birer abidesi olan Manastır ve Pirlepe saat kulelerine haç
dikilmesinin acısını bundan kırk kadar yıl önceleri yaşayıp “Hani yok
mu meşalemi yakan / Kim olur ya alnına haç takan / Bu cinayete hani bir
bakan / A güzel vatan, a şirin vatan” diye feryat eden Abdül fettah
Rauf, eski Türk geleneğinin izinden yürüyerek savunduğu inanç ve
düşüncelerin sınırları içinde kalarak günceli ve çağdaşı yakalamaya
gayret göstermiştir. Şiirlerinin bir bölümünde Hatifî mahlasını
kullandığını gördüğümüz şairin şiirlerini, konuları itibarıyla dört
gruba ayırabiliriz:

a. Dinî şiirler: İslamî düşünce ve yaşama tarzının hakim olduğu
şiirlerinin en büyük bölümü, dinî konulara adanmıştır. Bu şiirlerinde
görülen önemli bir özellik, getirmeye çalıştığı yorumların, bir bakıma
yaşanan zamanın yansıması oluşudur. Buna bir örnek vermek gerekirse,
1958 yılında yazdığı “Leylei Miraç” şiirinin şu iki dizesini hep
birlikte okuyabiliriz:

“Miracı kıyas etme bu dünyada roketle
Bir ilgisi yoktur bu ilâhî hareketle.“

Hatırlanacağı gibi, şiirin kaleme alındığı yıllar, uzay
araştırmalarının büyük bir hız kazandığı yıllardı. Uzay çalışmalarının
büyük bir heyecanla izlendiği, insanoğlunun dünyanın dışında bir “kara
parçası” olan Ay’a ayak basmaya hazırlandığı bu yıllarda, “aklın
ermediği” bazı dinî konularda “bilim kurgusal” yorumlar üretilmekteydi.
Abdül Fettah Rauf’ un bu şiiri, Miraç konusunda üretilen bu gibi
“yorumlara” tepki olarak doğmuştur.

b. Sosyal şiirler: 1945 sonrasında kurulan rejim, Yugoslavya’da yaşayan
Müslüman topluluğu rahatsız edici gelişmeleri de beraberinde
getirmiştir. Bu gelişmeler, Makedonya’da yaşayan Türkler arasında hem
ulusal, hem dinî endişelerin doğmasına yol açmıştır. Olaylar yıldırım
hızıyla gelişmiş, haksızlık ve baskılar birbirini izlemiştir. Sonunda
bıçak kemiğe dayanış, yüz binlerce insan göçe zorlanmıştır. Bu akıl
almaz zulmün tanığı olan şair, bu acı tablo karşısında isyan edecektir
kuşkusuz:

“Sürülür öz vatanından sürünür yurttaşlar
Meskenetle aşağı doğru eğilmiş başlar.”

Balkan Savaşları’ndan sonra, Rumeli’den Türkiye’ye en büyük göç olarak
tarihe geçen 1953 göçünün patlak vermek üzere olduğu 1952 yılında
yazılmış olan bu dizeler, Makedonya, dolayısıyla da Kosova Türklerinin
bu büyük trajedisi hakkında yazılmış ilk dizelerdir.
GoDFaTHeR
GoDFaTHeR
Farkımız*Tarzımız*
Farkımız*Tarzımız*

<B>Mesaj Sayısı</B> Mesaj Sayısı : 3016
<B>Rep Sayısı</B> Rep Sayısı : 455
<B>Kayıt tarihi</B> Kayıt tarihi : 30/04/10

https://kopuk1.forum.st

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz