Felsefe Sözlüğü
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Felsefe Sözlüğü
A Dizini
Absürd
Anlamsal öğeleri birbiriyle bağdaşmayan... Mantık açısından mantık kurallarına aykırı olanı dile getirir. Saçma bir düşünce öğeleri birbirini tutmayan birbiriyle bağdaşmayan düşüncedir. Saçma bir yargı kendi içinde tutarsızlığı olan ya da tutarsızlığı içeren bir yargıdır.
Anlamsız ile saçma aynı anlamda değildirler. Saçmanın bir anlamı vardır
fakat yanlıştır anlamsızın ise hiçbir anlamı yoktur. Saçma
felsefede usa aykırılığı dile getirir. Usa aykırı olan her şey
saçmadır. Saçma doğru ile yanlış arasında yer alan üçüncü bir
kavramdır. Yanlış ile karıştırılmamalıdır. Her yanlış saçma olmayabilir.
Agnostisizm
İnsanın
kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin
varlığını bilemeyeceğini ileri süren öğreti. Agnostisizm hem bir terim
hem de felsefi kavram olarak Thomas Huxley tarafından ortaya atıldı.
Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını
hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrının varlığı sorununu
ortada bırakan düşünürler için kullandı. Terim daha sonra geriye
götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır. Agnostisizm
tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü
büyük yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. İlk tepkiyi Yunan
antikçağ bilgicilerinden duyumcu sofistler vermiştir. Onlara göre bilgi
duyuların sonucudur ve duyular dışında bilgi edinemez ve herkes için
geçerli bilgi olamaz.
Ahlak
İnsanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar dizgesi
başka insanların davranışlarını olumlu ya da olumsuz biçimde
yargılamakta kullanılan ölçütler bütünü. Tarih boyunca her insan
topluluğunda ahlak dizgesi var olmuştur. Bu dizge toplumdan topluma ve
aynı toplum içinde çağdan çağa değişiklik gösterir.Nesnel ya da
toplumsal ahlak
insanın toplumun öteki bireylerine karşı ödevini içerir. Bu kurallar
yazılı olmadığı için biçimsel bakımdan hukuktan farklı olmakla birlikte gene de ahlak ile hukukun örtüştüğü
hatta özdeşleştiği durumları vardır. Toplumsal yaşama egemen olan hukuk
kurallarıyla nesnel ahlak arasında sıkı bir bağ vardır. Toplumun genel
ahlak görüşlerine ve toplumsal vicdana uygun düşmeyen hukuk
düzenlemeleri kendilerinden beklenen toplumsal işlevi yerine getiremeyeceğinden uzun ömürlü olmaz.
Alienation
(Yabancılaşma)
İnsanın çevresinden işinden
emeğinin ürününden ya da benliğinden uzaklaşma ya da ayrılma duygusunu
dile getiren kavram.Çağdaş yaşamın çözümlenmesinde çok kullanılan bu
kavram değişik anlamlara gelir.
1)Güçsüzlük: İnsanın geleceğini kendisinin değil dış etkenlerin yazgının şansın ya da kurumların belirlediğini düşünmesi
2)Anlamsızlık: Herhangi bir alanda etkinliğin kavranabilirlik ya da
tutarlı bir anlam taşımadığı ya da genel olarak yaşamın amaçsız olduğu
düşüncesi.
3)Kuralsızlık: Toplumca benimsenmiş davranış kuralarına bağlılık duygusunun yokluğu ve dolayısıyla davranış sapmalarının güvensizliğin sınırsız bireysel rekabetin yaygınlaşması.
4)Kültürel Yaygınlaşma: Toplumdaki yerleşik değerlerden kopma duygusu.
5)Toplumdan Yalıtlanma: Toplumsal ilişkilerden dışlanma ya da yalnız kalma duygusu.
6)Kendine Yabancılaşma: İnsanın şu ya da bu şekilde kendi gerçekliğini kavrayamaması
Terimi en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır. Marx’a göre bu kavram
insansal ürünlerin insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline
gelmeleri ve bunun sonucu olarak da insanı insan olmayana
dönüştürmeleri sürecini dile getirir. Tarihsel süreçte insan tarihsel ve toplumsal yasaların bilgisini edinip onlara egemen olamamasından ötürü
toplumsal gelişmeyi insansal özünü geliştirici bir biçimde
geliştirememiştir. Toplumsal yasaların bilincine varmadan toplumsal
gelişmeyi bilinçle ve insanca yönetmek olanaksızdı. Bu bilgisizliğin
sonucu olarak tarihsel süreçte hep kendisine yabancı eş deyişle insansal olmayan ürünler ortaya koymuştur. Bundan ötürü insan
yarattığı özdeksel ve tinsel dünyasını durmadan zenginleştirdiği halde
bizzat kendisini özdeksel ve tinsel olarak durmadan yoksullaştırmıştır.
Bunun sonucu olarak insan bizzat kendi kendisine yabancılaşmış ve insan olmayana dönüşmüştür.
Ampirizm
Bilginin tek kaynağının deney olduğunu ileri süren öğreti... Bu öğreti
bilginin sadece duyumlardan geldiğini ve deney dışında hiçbir yoldan
bilgi edinilemeyeceğini savunur. Bilginin duyumlara dayandığı savı ustan ve doğuştan bilgi olmadığı anlamını içerir. Ampirizm duyumdan ayrı bilgi prensipleri olarak aksiyomların akli prensiplerin
doğuştan fikirlerin ve kategorilerin varlığını inkar eder. Dolayısıyla
bütün bilgimizin dayandığı esasların duyulabilir tecrübenin eseri ve
mahsulü olduğunu ileri sürer. Önsel (apriori) olan hiçbir şeyi kabul
etmez.
Ampirizm insanın doğuştan bir takım bilgi esasları olduğunu iddia eden idealizm ve rasyonalizmin karşısındadır. Ampirizme göre akıl mantıki bir role sahiptir yani olaylardan değil müşahedelerden elde edilen önermeleri tutarlı bir sistem halinde tanzim etmek rolüne sahiptir.
Ampirizm şu önemli yanılgıları taşır: diyalektikten yoksun olduğu için tek yanlıdır
bilgi sürecinde deneyin rolünü ****fizik bir tutumla saltıklaştırır.
İkinci olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin rolünü
küçümser. Üçüncü olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin
göreli bağımsızlığını yadsır. Dördüncü olarak ve bunlardan ötürü de
öznel öğrenme sürecini etkin bir süreç olarak değil edilgin bir süreç olarak görür.
Ampirist John Locke doğuştan önsel bir bilgi olmadığını tanıtlamak için “boş levha ( tabula rasa) deyimini kullanmıştır. Locke göre insan beyni doğduğu anda boş bir levha gibidir. Bu levha yaşandıkça
duyular yoluyla elde edilen algılarla dolacaktır. Bu yüzdendir ki yeni
doğan çocuk hiçbir şey bilmez ve aptalların levhaları ömür boyu boş
kalır. Çünkü doğuştan bilgi yoktur. Bilgi
ancak duyularla elde edilebilir. Kendisine sözü edilmeyen bir şeyi
kendiliğinden bilen bir tek kişi gösterilemez. Anadan doğma körde renk
bilgisi yoktur çünkü rengi algılayamamaktadır.
Analitik Felsefe
2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’de ve ABD ile bazı İskandinav
ülkelerinde yaygınlaşan ve felsefenin asıl uğraş alanının dil ve
dildeki kavramları çözümlemek olduğunu bu yolla “kafa karışıklığı” yaratan geleneksel felsefe sorunlarının çözülebileceğini savunan felsefe akımı.
Akımın kurucusu ve en büyük temsilcisi Avusturyalı filozof Ludwig
Wittgenstein’dir. 1945-60 yılları arasında gelişen analitik felsefe bir
ölçüde İngiliz düşünürleri Bertrand Russel ve G.E. Moore’un 1900’lerden
başlayarak geliştirdikleri gerçekçilik ve çokçuluk düşüncesinden
türemiş olan 1930’ların mantıksal olguculuğunun devamıdır.
Analitik felsefenin temel hareket noktası felsefenin tek konusunun dil
olduğu anlayışıdır. 20. yüzyıl başlarında gelişen mantıksal
olguculuktan felsefenin kendisinin bilgi üretmediği görüşünü ve felsefe
tarihinde yapıt vermiş düşünürlerin aslında dilin yarattığı sorunlarla
uğraşmış oldukları görüşünü devralan analitik felsefe felsefenin dilsel yapıları çözümlemekte asli uğraşını bulabileceğini savundu.
Analitik felsefe Russel ve mantıksal olgucuların anlayışların temelinde yatan
mantık aracılığıyla bir mükemmel biçimsel dil kurmayı amaçlar. Ancak bu
amacından uzak kalarak gündelik dile yönelmiştir. Buna göre sağduyunun
kaynağı olan ve “sıradan” insanların konuştukları dil zaten tam ve yetkindir. Felsefeye düşen dilin bu gündelik kullanımının dışına çıkması sonucu beliren sahte sorunları gidermektir.
Anarşizm
Başta devlet olmak üzere bütün baskıcı kurumları ortadan kaldırmayı öneren öğreti.
Anarşizme göre devlet egemen sınıfın çıkarlarını korumakla
görevlendirilmiş gereksiz bir kurumdur. Özgürlüğü gerçekleştirmek için
en başta devlet yıkılmalıdır. Devlet hiçbir zaman yeni bir toplum
çağını başlatmak için kullanılamaz. Temsilcilik gerçeklere dayanmayan bir düşçülüktür; bu gibi düşçülükler insanları insan dışılığa dönüştürür. Baskı yerine özgür işbirliği
korku yerine kardeşlik ve sevgi gerçekleştirilmelidir. Devlet yerine
işbirliğinin doğuracağı dernekler ve bu derneklerin birleşmesiyle
meydana gelen federasyonlar kurulmalıdır. Uyum bu birleşmelerin doğal
dengesiyle gerçekleşecektir. Çeşitli birlikler her an yön ve biçim
değiştirerek her an etkin yönü ve biçimi kullanacaklardır. Devlet ile
birlikte her türlü baskıcı kurum yok edilmelidir. İnsan; bir üretici
olarak anamalın otoritesinden bir vatandaş olarak devletin otoritesinden
bir birey olarak dinsel törenin otoritesinden kurtulmalı ve özgür bir
gelişme olanağına kavuşmalıdır. Bütün insansal yetenekler ancak
başsızcı (anarşist) bir toplumda hiçbir baskıyla engellemeksizin özgürce gerçekleşebilir
Anlambilim
Anlamları inceleyen bilim... Semantik olarak da bilinir. Anlambilim
felsefi ya da mantıksal ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan
ele alınabilir. Felsefi ya da mantıksal yaklaşım göstergeler ya da sözcükler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıya ağırlık verir ve adlandırma düz anlam yan anlam doğruluk gibi özellikleri inceler. Dilbilimsel yaklaşım ise zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı bağlantı gibi konular üstünde durur.
Felsefe ve dilbilim alanlarında anlambilim
bir dilin göstergeleri ile bunların anlamları arasındaki bağlantının
incelenmesidir. Anlambilime farklı yöntem ve amaçlarla yaklaşılsa da her iki alan da insanların dilsel anlatımlardan nasıl anlam çıkardıklarını açıklamaya çalışmıştır.
Felsefe sorunları bir dil içinde ifade edilmek zorunda olduklarından sonunda dilin kendisi ile ilgili soruşturmalar haline dönüşürler. 1920’lerde ve 1930’larda olgucu okulun mantıkçıları
dile matematik ve mantıkta bulunan kesinliği ve açıklığı getirmeye
çalışmışlardır. Onlara göre “doğal diller” açıklıktan ve kesinlikten
uzaktır. Bu nedenlerden belirsizlik ve çokanlamlılıktan arınmış “ideal”
bir dil üzerine kurulu bir anlambilim kuramı geliştirmeye
çalışmışlardır.
Antinomi (Çatışkı)
Saltığı çözümlemek için usun düşmek zorunda bulunduğu çelişki... Kant terimidir.
Alman düşünürü Kant’a göre saltığın alanındaki bütün önermeler
çatışıktır. Çünkü bu önermeler üzerinde deney yapılamayacağı için
karşılıkları da aynı güçle ileri sürülebilir. Sözcük oyunlarına dayanan
kozmolojik tanıtlarsa her iki karşıt önerme için ileri sürülebilir.
Kant nesneye olduğu gibi özneye de kesin bir bilinemezlik yakıştırır ki
bu gibi kozmolojik önermelere saf usun çatışkıları adını verir ve
bunları dört ana çatışkı da toplar.
1) Nicelik çatışkısı:"Evren sınırlıdır-evren sınırsızdır"
2) Nitelik Çatışkısı:"Özdek bölünmez atomlardan yapılmıştır-özdek sonsuzca bölünebilir."
3) Bağıntı çatışkısı: "Her şey zorunlu olarak bağıntılıdır-hiçbir şey zorunlu olarak bağıntılı değildir."
4) Kiplik çatışkısı: "Evrenin nedeni olan zorunlu bir varlık vardır-evrenin nedeni zorunlu bir varlık değildir."
Kant’a göre anlık duyumsal deneyin sınırlarını aşamayacağından duyumsal
deneyin dışında kalan bu gibi önermelerin savı kadar karşı savı da aynı
kesinlikle tanıtlanabilir bu halde hem savı hem karşı savı doğru saymak gerekir ki bu bir çatışkıdır.
Antropomorfizm
İnsan niteliklerini başka bir varlığa özellikle Tanrı’ya aktarılması.
İlkel insanlarda başlayan bu tasarım önce cansızları canlı saymakla başlamıştır. Daha sonra tanrılara çeşitli mitolojilerde görüldüğü gibi insan biçimi ve nitelikleri yakıştırılmıştır. Bu anlayış antikçağ Yunanlılarında
Homeros-Hesiodos ikilisinin tanrıları insan biçiminde ve insan
niteliğinde olarak düşünmeleriyle başlamıştır. Homeros-Hesiodos’un
mitolojik tanrıları insanlar gibi; sevişirler düşünürler kıskanırlar acı çekerler ve birbirlerinin ayaklarını kaydırırlar. Bu anlayışın nedeni Yunanlıların her şeyi canlı
devimli biçimli düşünme eğilimleridir ve ilkel canlıcılığın izlerini
taşır. Antropomorfizmin örnekleri ilahi dinlerde de görülür. Örneğin
Hıristiyanlığın Andians tarikatı
kutsal kitaptaki sözlerin gerçek anlamıyla anlaşılmasını önerir ve
örneğin tanrının eli deyimini etki anlamında değil insanlardaki al
anlamında anlar. Müslümanlık ve Yahudilik’ de bu örtülü bir biçimde
gerçekleşmiştir.
A posteriori
Deneyden önce alan... Deneyden sonra olan anlamındaki Aposteriorinin (sonsal) karşıtıdır.
Deneyden çıkarsamadığı ve bundan ötürü de deneyden önce olduğu varsayılan bilgi sorunu antikçağ yunan düşüncesinde oluşmuş skolastiklerce geliştirilmiştir
Alman düşünür Kant’ın sisteminde önem kazanmıştır. Her iki terimi de
ortaya atan XIV. Yüzyıl skolastiklerinden Albert le Grande de Saxe’tır.
Antikçağda Aristoteles tümelden tikele yapılan uslamlamayı önsel kanıt
(apriori) ve buna karşı tikelden tümele yapılan uslamlamayı sonsal
kanıt (aposteriori) saymıştır. Çünkü birincisinde ussal bir ilkeden
ikincisindeyse duyumlarla algılanan ve bundan ötürü de deneysel olan
bilgilerden yola çıkılıyordu. Birincisi önsel bilgiden yola çıkan bir
tümdengelim uslamlama ikincisi sonsal bilgiden yola çıkan bir tümevaran uslamlama’ydı. Özellikle Hıristiyan ****fiziği tanrının varlığını kanıtlamak için deneyden yaralanmak imkansız bulunduğundan
zorunlu olarak ussal ve bundan ötürü de önsel olan(apriori)’dan
yararlanmıştır. Gerçekte hiçbir önsel bilgi bulunmadığı halde
önselliğin yüzyıllarca savunulmasının gerçek nedeni bu zorunlulukta
yatar.idealist felsefe tarihi bir bakıma böylesine bir savunmanın
tarihidir. Fakat bilimsel açıdan hiçbir önsel bilgi yoktur.
Arkhe
Batı Anadolu kıyılarındaki kentlerde yaşamış Sokrates öncesi
filozofların ilke “temel” “ana madde” anlamı kazandırdıkları sözcüktür
unsurdur. Antik çağda Anadolu Yunanlıları düşünsel çabaya bir ilk
nedeni araştırmakla giriştiler. İlk kez iki her zaman dört ediyorsa
bunun tanrıların keyiflerinin üstünde bir ilk ve değişmez nedeni
olmalıdır. Dünya nasıl yapılmıştır? Bitkiler hayvanlar insanlar nasıl oluşmuşlardır? Bütün bu varlıkların başı kökü kaynağı nedir? Gibi sorular sorulmuştur.
Bilinen tarih içinde sözcüğü felsefi anlamda ilk kullanan Batılı
anlamda ilk filozof sayılan Thales’tir. Thales her şeyin arkhesi su
demiştir. Thales sözcüğü her şeyin "ana maddesi" "dayandığı ilk" "çıktığı kaynak" gibi anlamlarda kullanıp
doğaya ve doğadaki gelişmeler kendi içlerinde bulunan doğa ötesi
açıklamalar gerektirmeyen bir kaynağa geri götürme çabasından söz eder.
Böylece bilimsel düşüncenin öncüsü sayılır. Daha sonra Anaksimandres bu
ilk nedenin belirsiz bir cevher Aneksimenes ise bunun hava olduğunu söylemiştir.
Aristoteles ise arkhe her şeyin temeli özüdür. Bütün öteki şeyler ondan çıkar ama o hep var olmakta devam eder.
****fizik idealist felsefede bütünüyle bu ilk (arkhe) düşüncesine
dayanır. ****fiziğin en belli ve açık biçimi olan dinsel düşünceye göre
bu ilk tanrı’dır.
Arkhe düşüncesi “ilk”leri “başlangıç”ları “temel”leri arayan düşünüş biçimiyle daima iç içedir.
Ateizm
Tanrının varlığını yadsıyan görüş... Ateizm ruh ölümden sonra yaşam vb. her türlü ****fizik inançların yadsınmasını kapsar. Ateizm Tanrıyı ne tinsel varlıkları kabul eden teizmin karşıtıdır. Ayrıca ateizm Tanrının var olup olmadığı sorusunu karşılıksız bırakan bu sorunun yanıtsız ya da yanıtlanamaz olduğunu savunan agnostizimden ayrılır. Ateistlere göre tanrının var olmadığı kesin bir doğrudur. Ateizmin felsefesel temeli özdekçilik ve bir ölçüde şüpheciliktir.
Absürd
Anlamsal öğeleri birbiriyle bağdaşmayan... Mantık açısından mantık kurallarına aykırı olanı dile getirir. Saçma bir düşünce öğeleri birbirini tutmayan birbiriyle bağdaşmayan düşüncedir. Saçma bir yargı kendi içinde tutarsızlığı olan ya da tutarsızlığı içeren bir yargıdır.
Anlamsız ile saçma aynı anlamda değildirler. Saçmanın bir anlamı vardır
fakat yanlıştır anlamsızın ise hiçbir anlamı yoktur. Saçma
felsefede usa aykırılığı dile getirir. Usa aykırı olan her şey
saçmadır. Saçma doğru ile yanlış arasında yer alan üçüncü bir
kavramdır. Yanlış ile karıştırılmamalıdır. Her yanlış saçma olmayabilir.
Agnostisizm
İnsanın
kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin
varlığını bilemeyeceğini ileri süren öğreti. Agnostisizm hem bir terim
hem de felsefi kavram olarak Thomas Huxley tarafından ortaya atıldı.
Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını
hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrının varlığı sorununu
ortada bırakan düşünürler için kullandı. Terim daha sonra geriye
götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır. Agnostisizm
tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü
büyük yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. İlk tepkiyi Yunan
antikçağ bilgicilerinden duyumcu sofistler vermiştir. Onlara göre bilgi
duyuların sonucudur ve duyular dışında bilgi edinemez ve herkes için
geçerli bilgi olamaz.
Ahlak
İnsanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar dizgesi
başka insanların davranışlarını olumlu ya da olumsuz biçimde
yargılamakta kullanılan ölçütler bütünü. Tarih boyunca her insan
topluluğunda ahlak dizgesi var olmuştur. Bu dizge toplumdan topluma ve
aynı toplum içinde çağdan çağa değişiklik gösterir.Nesnel ya da
toplumsal ahlak
insanın toplumun öteki bireylerine karşı ödevini içerir. Bu kurallar
yazılı olmadığı için biçimsel bakımdan hukuktan farklı olmakla birlikte gene de ahlak ile hukukun örtüştüğü
hatta özdeşleştiği durumları vardır. Toplumsal yaşama egemen olan hukuk
kurallarıyla nesnel ahlak arasında sıkı bir bağ vardır. Toplumun genel
ahlak görüşlerine ve toplumsal vicdana uygun düşmeyen hukuk
düzenlemeleri kendilerinden beklenen toplumsal işlevi yerine getiremeyeceğinden uzun ömürlü olmaz.
Alienation
(Yabancılaşma)
İnsanın çevresinden işinden
emeğinin ürününden ya da benliğinden uzaklaşma ya da ayrılma duygusunu
dile getiren kavram.Çağdaş yaşamın çözümlenmesinde çok kullanılan bu
kavram değişik anlamlara gelir.
1)Güçsüzlük: İnsanın geleceğini kendisinin değil dış etkenlerin yazgının şansın ya da kurumların belirlediğini düşünmesi
2)Anlamsızlık: Herhangi bir alanda etkinliğin kavranabilirlik ya da
tutarlı bir anlam taşımadığı ya da genel olarak yaşamın amaçsız olduğu
düşüncesi.
3)Kuralsızlık: Toplumca benimsenmiş davranış kuralarına bağlılık duygusunun yokluğu ve dolayısıyla davranış sapmalarının güvensizliğin sınırsız bireysel rekabetin yaygınlaşması.
4)Kültürel Yaygınlaşma: Toplumdaki yerleşik değerlerden kopma duygusu.
5)Toplumdan Yalıtlanma: Toplumsal ilişkilerden dışlanma ya da yalnız kalma duygusu.
6)Kendine Yabancılaşma: İnsanın şu ya da bu şekilde kendi gerçekliğini kavrayamaması
Terimi en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır. Marx’a göre bu kavram
insansal ürünlerin insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline
gelmeleri ve bunun sonucu olarak da insanı insan olmayana
dönüştürmeleri sürecini dile getirir. Tarihsel süreçte insan tarihsel ve toplumsal yasaların bilgisini edinip onlara egemen olamamasından ötürü
toplumsal gelişmeyi insansal özünü geliştirici bir biçimde
geliştirememiştir. Toplumsal yasaların bilincine varmadan toplumsal
gelişmeyi bilinçle ve insanca yönetmek olanaksızdı. Bu bilgisizliğin
sonucu olarak tarihsel süreçte hep kendisine yabancı eş deyişle insansal olmayan ürünler ortaya koymuştur. Bundan ötürü insan
yarattığı özdeksel ve tinsel dünyasını durmadan zenginleştirdiği halde
bizzat kendisini özdeksel ve tinsel olarak durmadan yoksullaştırmıştır.
Bunun sonucu olarak insan bizzat kendi kendisine yabancılaşmış ve insan olmayana dönüşmüştür.
Ampirizm
Bilginin tek kaynağının deney olduğunu ileri süren öğreti... Bu öğreti
bilginin sadece duyumlardan geldiğini ve deney dışında hiçbir yoldan
bilgi edinilemeyeceğini savunur. Bilginin duyumlara dayandığı savı ustan ve doğuştan bilgi olmadığı anlamını içerir. Ampirizm duyumdan ayrı bilgi prensipleri olarak aksiyomların akli prensiplerin
doğuştan fikirlerin ve kategorilerin varlığını inkar eder. Dolayısıyla
bütün bilgimizin dayandığı esasların duyulabilir tecrübenin eseri ve
mahsulü olduğunu ileri sürer. Önsel (apriori) olan hiçbir şeyi kabul
etmez.
Ampirizm insanın doğuştan bir takım bilgi esasları olduğunu iddia eden idealizm ve rasyonalizmin karşısındadır. Ampirizme göre akıl mantıki bir role sahiptir yani olaylardan değil müşahedelerden elde edilen önermeleri tutarlı bir sistem halinde tanzim etmek rolüne sahiptir.
Ampirizm şu önemli yanılgıları taşır: diyalektikten yoksun olduğu için tek yanlıdır
bilgi sürecinde deneyin rolünü ****fizik bir tutumla saltıklaştırır.
İkinci olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin rolünü
küçümser. Üçüncü olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin
göreli bağımsızlığını yadsır. Dördüncü olarak ve bunlardan ötürü de
öznel öğrenme sürecini etkin bir süreç olarak değil edilgin bir süreç olarak görür.
Ampirist John Locke doğuştan önsel bir bilgi olmadığını tanıtlamak için “boş levha ( tabula rasa) deyimini kullanmıştır. Locke göre insan beyni doğduğu anda boş bir levha gibidir. Bu levha yaşandıkça
duyular yoluyla elde edilen algılarla dolacaktır. Bu yüzdendir ki yeni
doğan çocuk hiçbir şey bilmez ve aptalların levhaları ömür boyu boş
kalır. Çünkü doğuştan bilgi yoktur. Bilgi
ancak duyularla elde edilebilir. Kendisine sözü edilmeyen bir şeyi
kendiliğinden bilen bir tek kişi gösterilemez. Anadan doğma körde renk
bilgisi yoktur çünkü rengi algılayamamaktadır.
Analitik Felsefe
2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’de ve ABD ile bazı İskandinav
ülkelerinde yaygınlaşan ve felsefenin asıl uğraş alanının dil ve
dildeki kavramları çözümlemek olduğunu bu yolla “kafa karışıklığı” yaratan geleneksel felsefe sorunlarının çözülebileceğini savunan felsefe akımı.
Akımın kurucusu ve en büyük temsilcisi Avusturyalı filozof Ludwig
Wittgenstein’dir. 1945-60 yılları arasında gelişen analitik felsefe bir
ölçüde İngiliz düşünürleri Bertrand Russel ve G.E. Moore’un 1900’lerden
başlayarak geliştirdikleri gerçekçilik ve çokçuluk düşüncesinden
türemiş olan 1930’ların mantıksal olguculuğunun devamıdır.
Analitik felsefenin temel hareket noktası felsefenin tek konusunun dil
olduğu anlayışıdır. 20. yüzyıl başlarında gelişen mantıksal
olguculuktan felsefenin kendisinin bilgi üretmediği görüşünü ve felsefe
tarihinde yapıt vermiş düşünürlerin aslında dilin yarattığı sorunlarla
uğraşmış oldukları görüşünü devralan analitik felsefe felsefenin dilsel yapıları çözümlemekte asli uğraşını bulabileceğini savundu.
Analitik felsefe Russel ve mantıksal olgucuların anlayışların temelinde yatan
mantık aracılığıyla bir mükemmel biçimsel dil kurmayı amaçlar. Ancak bu
amacından uzak kalarak gündelik dile yönelmiştir. Buna göre sağduyunun
kaynağı olan ve “sıradan” insanların konuştukları dil zaten tam ve yetkindir. Felsefeye düşen dilin bu gündelik kullanımının dışına çıkması sonucu beliren sahte sorunları gidermektir.
Anarşizm
Başta devlet olmak üzere bütün baskıcı kurumları ortadan kaldırmayı öneren öğreti.
Anarşizme göre devlet egemen sınıfın çıkarlarını korumakla
görevlendirilmiş gereksiz bir kurumdur. Özgürlüğü gerçekleştirmek için
en başta devlet yıkılmalıdır. Devlet hiçbir zaman yeni bir toplum
çağını başlatmak için kullanılamaz. Temsilcilik gerçeklere dayanmayan bir düşçülüktür; bu gibi düşçülükler insanları insan dışılığa dönüştürür. Baskı yerine özgür işbirliği
korku yerine kardeşlik ve sevgi gerçekleştirilmelidir. Devlet yerine
işbirliğinin doğuracağı dernekler ve bu derneklerin birleşmesiyle
meydana gelen federasyonlar kurulmalıdır. Uyum bu birleşmelerin doğal
dengesiyle gerçekleşecektir. Çeşitli birlikler her an yön ve biçim
değiştirerek her an etkin yönü ve biçimi kullanacaklardır. Devlet ile
birlikte her türlü baskıcı kurum yok edilmelidir. İnsan; bir üretici
olarak anamalın otoritesinden bir vatandaş olarak devletin otoritesinden
bir birey olarak dinsel törenin otoritesinden kurtulmalı ve özgür bir
gelişme olanağına kavuşmalıdır. Bütün insansal yetenekler ancak
başsızcı (anarşist) bir toplumda hiçbir baskıyla engellemeksizin özgürce gerçekleşebilir
Anlambilim
Anlamları inceleyen bilim... Semantik olarak da bilinir. Anlambilim
felsefi ya da mantıksal ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan
ele alınabilir. Felsefi ya da mantıksal yaklaşım göstergeler ya da sözcükler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıya ağırlık verir ve adlandırma düz anlam yan anlam doğruluk gibi özellikleri inceler. Dilbilimsel yaklaşım ise zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı bağlantı gibi konular üstünde durur.
Felsefe ve dilbilim alanlarında anlambilim
bir dilin göstergeleri ile bunların anlamları arasındaki bağlantının
incelenmesidir. Anlambilime farklı yöntem ve amaçlarla yaklaşılsa da her iki alan da insanların dilsel anlatımlardan nasıl anlam çıkardıklarını açıklamaya çalışmıştır.
Felsefe sorunları bir dil içinde ifade edilmek zorunda olduklarından sonunda dilin kendisi ile ilgili soruşturmalar haline dönüşürler. 1920’lerde ve 1930’larda olgucu okulun mantıkçıları
dile matematik ve mantıkta bulunan kesinliği ve açıklığı getirmeye
çalışmışlardır. Onlara göre “doğal diller” açıklıktan ve kesinlikten
uzaktır. Bu nedenlerden belirsizlik ve çokanlamlılıktan arınmış “ideal”
bir dil üzerine kurulu bir anlambilim kuramı geliştirmeye
çalışmışlardır.
Antinomi (Çatışkı)
Saltığı çözümlemek için usun düşmek zorunda bulunduğu çelişki... Kant terimidir.
Alman düşünürü Kant’a göre saltığın alanındaki bütün önermeler
çatışıktır. Çünkü bu önermeler üzerinde deney yapılamayacağı için
karşılıkları da aynı güçle ileri sürülebilir. Sözcük oyunlarına dayanan
kozmolojik tanıtlarsa her iki karşıt önerme için ileri sürülebilir.
Kant nesneye olduğu gibi özneye de kesin bir bilinemezlik yakıştırır ki
bu gibi kozmolojik önermelere saf usun çatışkıları adını verir ve
bunları dört ana çatışkı da toplar.
1) Nicelik çatışkısı:"Evren sınırlıdır-evren sınırsızdır"
2) Nitelik Çatışkısı:"Özdek bölünmez atomlardan yapılmıştır-özdek sonsuzca bölünebilir."
3) Bağıntı çatışkısı: "Her şey zorunlu olarak bağıntılıdır-hiçbir şey zorunlu olarak bağıntılı değildir."
4) Kiplik çatışkısı: "Evrenin nedeni olan zorunlu bir varlık vardır-evrenin nedeni zorunlu bir varlık değildir."
Kant’a göre anlık duyumsal deneyin sınırlarını aşamayacağından duyumsal
deneyin dışında kalan bu gibi önermelerin savı kadar karşı savı da aynı
kesinlikle tanıtlanabilir bu halde hem savı hem karşı savı doğru saymak gerekir ki bu bir çatışkıdır.
Antropomorfizm
İnsan niteliklerini başka bir varlığa özellikle Tanrı’ya aktarılması.
İlkel insanlarda başlayan bu tasarım önce cansızları canlı saymakla başlamıştır. Daha sonra tanrılara çeşitli mitolojilerde görüldüğü gibi insan biçimi ve nitelikleri yakıştırılmıştır. Bu anlayış antikçağ Yunanlılarında
Homeros-Hesiodos ikilisinin tanrıları insan biçiminde ve insan
niteliğinde olarak düşünmeleriyle başlamıştır. Homeros-Hesiodos’un
mitolojik tanrıları insanlar gibi; sevişirler düşünürler kıskanırlar acı çekerler ve birbirlerinin ayaklarını kaydırırlar. Bu anlayışın nedeni Yunanlıların her şeyi canlı
devimli biçimli düşünme eğilimleridir ve ilkel canlıcılığın izlerini
taşır. Antropomorfizmin örnekleri ilahi dinlerde de görülür. Örneğin
Hıristiyanlığın Andians tarikatı
kutsal kitaptaki sözlerin gerçek anlamıyla anlaşılmasını önerir ve
örneğin tanrının eli deyimini etki anlamında değil insanlardaki al
anlamında anlar. Müslümanlık ve Yahudilik’ de bu örtülü bir biçimde
gerçekleşmiştir.
A posteriori
Deneyden önce alan... Deneyden sonra olan anlamındaki Aposteriorinin (sonsal) karşıtıdır.
Deneyden çıkarsamadığı ve bundan ötürü de deneyden önce olduğu varsayılan bilgi sorunu antikçağ yunan düşüncesinde oluşmuş skolastiklerce geliştirilmiştir
Alman düşünür Kant’ın sisteminde önem kazanmıştır. Her iki terimi de
ortaya atan XIV. Yüzyıl skolastiklerinden Albert le Grande de Saxe’tır.
Antikçağda Aristoteles tümelden tikele yapılan uslamlamayı önsel kanıt
(apriori) ve buna karşı tikelden tümele yapılan uslamlamayı sonsal
kanıt (aposteriori) saymıştır. Çünkü birincisinde ussal bir ilkeden
ikincisindeyse duyumlarla algılanan ve bundan ötürü de deneysel olan
bilgilerden yola çıkılıyordu. Birincisi önsel bilgiden yola çıkan bir
tümdengelim uslamlama ikincisi sonsal bilgiden yola çıkan bir tümevaran uslamlama’ydı. Özellikle Hıristiyan ****fiziği tanrının varlığını kanıtlamak için deneyden yaralanmak imkansız bulunduğundan
zorunlu olarak ussal ve bundan ötürü de önsel olan(apriori)’dan
yararlanmıştır. Gerçekte hiçbir önsel bilgi bulunmadığı halde
önselliğin yüzyıllarca savunulmasının gerçek nedeni bu zorunlulukta
yatar.idealist felsefe tarihi bir bakıma böylesine bir savunmanın
tarihidir. Fakat bilimsel açıdan hiçbir önsel bilgi yoktur.
Arkhe
Batı Anadolu kıyılarındaki kentlerde yaşamış Sokrates öncesi
filozofların ilke “temel” “ana madde” anlamı kazandırdıkları sözcüktür
unsurdur. Antik çağda Anadolu Yunanlıları düşünsel çabaya bir ilk
nedeni araştırmakla giriştiler. İlk kez iki her zaman dört ediyorsa
bunun tanrıların keyiflerinin üstünde bir ilk ve değişmez nedeni
olmalıdır. Dünya nasıl yapılmıştır? Bitkiler hayvanlar insanlar nasıl oluşmuşlardır? Bütün bu varlıkların başı kökü kaynağı nedir? Gibi sorular sorulmuştur.
Bilinen tarih içinde sözcüğü felsefi anlamda ilk kullanan Batılı
anlamda ilk filozof sayılan Thales’tir. Thales her şeyin arkhesi su
demiştir. Thales sözcüğü her şeyin "ana maddesi" "dayandığı ilk" "çıktığı kaynak" gibi anlamlarda kullanıp
doğaya ve doğadaki gelişmeler kendi içlerinde bulunan doğa ötesi
açıklamalar gerektirmeyen bir kaynağa geri götürme çabasından söz eder.
Böylece bilimsel düşüncenin öncüsü sayılır. Daha sonra Anaksimandres bu
ilk nedenin belirsiz bir cevher Aneksimenes ise bunun hava olduğunu söylemiştir.
Aristoteles ise arkhe her şeyin temeli özüdür. Bütün öteki şeyler ondan çıkar ama o hep var olmakta devam eder.
****fizik idealist felsefede bütünüyle bu ilk (arkhe) düşüncesine
dayanır. ****fiziğin en belli ve açık biçimi olan dinsel düşünceye göre
bu ilk tanrı’dır.
Arkhe düşüncesi “ilk”leri “başlangıç”ları “temel”leri arayan düşünüş biçimiyle daima iç içedir.
Ateizm
Tanrının varlığını yadsıyan görüş... Ateizm ruh ölümden sonra yaşam vb. her türlü ****fizik inançların yadsınmasını kapsar. Ateizm Tanrıyı ne tinsel varlıkları kabul eden teizmin karşıtıdır. Ayrıca ateizm Tanrının var olup olmadığı sorusunu karşılıksız bırakan bu sorunun yanıtsız ya da yanıtlanamaz olduğunu savunan agnostizimden ayrılır. Ateistlere göre tanrının var olmadığı kesin bir doğrudur. Ateizmin felsefesel temeli özdekçilik ve bir ölçüde şüpheciliktir.
Geri: Felsefe Sözlüğü
B Dizini
Belit
(Aksiyom)
Başka bir önermeye götürülemeyen ve tanıtlanamayan böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip
kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli
ve ön dayanağı olan temel önerme. Ne türlü bir belitten yola çıkılırsa
o türlü bir sonucu varılır. Belitlere dayanan bir felsefe belitlerin yanlışlığı meydana çıkınca çöker.
1)Mantık: Mantıkta belit terimi
bir şeyi tanıtlamak için kullanılan tanıtlanmayı gerektirmeyecek kadar
açık ilke anlamını veriri tanıtlanmayı gerektirmediği gibi
tanıtlanamazda. Çünkü tanıtlama daha da açıklamak demektir buysa daha çok açıklanamaz. Her belit bir ilkedir ama her ilke bir belit değildir. Örneğin “her bütün kendini meydana getiren parçalarından büyüktür” ilkesi bir belittir buna karşı Einstein’in görelilik ilkesi bir belit değildir. ****fizik dünya görüşünün ürünü olan bütün mantıklar
“bir şey kendisinin aynıdır” önermesiyle dile getirilen özdeşlik
ilkesini belit saymışlardır. Hegel’in diyalektik mantığı bunun doğru
olmadığını meydana koymuştur. Bir şey kendisiyle bile aynı değildir çünkü sürekli olarak değişmektedir.
2) Matematik: nicelikler arasındaki orantıları dile getiren zorunlu önermeler matematikte belit adıyla tanımlanırlar. Örneğin “bir üçüncü niceliğe ayrı ayrı eşit olan nicelikler birbirine eşittir” “eşit niceliklere eşit nicelikler eklenirse toplamları da eşit olur”. Matematiksel belit mantıksal belitin niceliklere uygulanmasıdır. Aralarında başkaca bir anlam ayrılığı yoktur.
3) Dekartçılık: Descartes ve başta Spinoza olmak üzere izdaşları felsefelerini belitlere dayarlar. Örneğin Descartes felsefesini “düşünüyorum öyleyse varım” belitinden çıkarak kurmuştur. Spinoza’da ünlü Etika’sında örneğin “başka bir şeyle tasarlanmayan şeyin kendisiyle tasarlanması gerekir” gibi belitlerden yola çıkar. Ne var ki ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılır. Bundan başka bu belitler “parçalarının toplamı bütüne eşittir” gibi belitler gücünde değildirler. Daha açık bir deyişle Dekartçıların belitleri öznel kendilerince belit sayılmış belitlerdir. Nitekim Cogito’nun yüzyıllarca önceki biçimini çürütmek için “bin altın düşünüyorum öyleyse bin altınım var” önermesi ileri sürülmüştür.
Biçim (Form)
Nesnelerin dış görünüşü. ****fizikte bir nesnenin gizil ilkesi olan hammaddeden ayırt edilen etkin belirleyici ilkesi.
Platon bugün biçim sözcüğü ile karşılanan eidos terimini bir şeyi o şey
yapan kalıcı gerçeklik ile sonlu ve değişmeye uğrayan tikelleri ayırmak
için kullanmıştır. Platoncu biçim kavramı da Pytagarosçı kurama dayanır. Bu kurama göre nesnelerin ayırt edici özelliklerini veren maddi öğeler değil Pythagoras’ın sayısal olarak adlandırdığı kavranabilir yapılardır.
Madde ve biçim arasındaki ayrımı ilk kez ortaya atan Aristoteles’tir. O’na göre madde kendi içinde bir nesne değil nesnelerin oluşumunda bulunan farklılaşmış temel öğedir. Tikel nesnelerin
bu temel öğeden oluşmaları farklılaşma süreci ile gerçekleşir. Bu süreç
içinde belirli biçimler alan nesneler de kavranabilir dünyayı
oluşturur. Madde gizil öğe biçim ise gerçekleşen öğedir.
Alman filozof Kant’a göre biçim zihnin
bir özelliği birey tarafından nesneye yükleniyordu. Kant’a göre mekan
ve zamanın duyarlılığı iki apriori biçimindedir. İnsanın kendi başına
zaman ve mekan deneyimi olmasa bile insanın mekan ve zaman dışı
deneyiminin olmayacağını savundu.
Bilgicilik (Sofizm)
Eski Yunan’da İ.Ö 5. yüzyılın ikinci yarısından İ.Ö 4. yüzyılın
başlarına değin para karşılığı felsefe öğreten gezgin felsefecilerin
(sofistler) oluşturdukları akıma bilgicilik denir.
Sofist deyimi bilgeliği yeğleyen öğreti bilgi öğretmeni siyasada yararlı olma sanatı söz söyleme sanatı anlamlarında kullanılmıştır. İ.Ö 5. yüzyıl
antik çağ Yunan felsefesinde bilgicilik akımının egemen olduğu çağdır.
İlk düşünür sayılan Thales’den beri ortaya atılan sayısız varsayımlar
sonunda insan zekasını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden
gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti. Doğa bilimlerinin
denetiminden yoksun insan düşüncesi varlığın temeli konusunda daldığı hayal aleminden kendisine dönüyordu. Bilgicilik akımının inceleme amacı insanın kendisiydi. Protagoras’ a göre “insan her şeyin ölçüsü” ydü. Bilgi teorik bir merak değil pratik bir yarar olmalıydı. Protagoras “tanrılara gelince ben onların ne var olduklarını ne de yok olduklarını bilirim” diyordu. Bilgici Hippias
giydiği elbiseyi kendisi diktiği için “ bağımsızlığa kavuşmakla”
övünüyordu. İnsan her türlü yapma bağlardan kurtulmak ve insansal
yasanın (nomos) yerine doğal yasa (physis) konulmalıydı.
Bilgiciler özdekçi düşünceleri sürmekle beraber ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır. İşte bu idealist çizgidir ki
bir yandan bilgicilik akımını yozlaştırarak felsefeyi güzel söz söyleme
sanatına dönüştürürken diğer yandan idealist ilkelerin gelişmesi
sürecini doğurmuştur.
Budizm
Buda’nın ileri sürdüğü gizemsel dünya görüşü ve din.
Budizm İ.Ö 6. yüzyılda Brahmanizm’e bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Brahmanizm’in tanrıları ve kast ayrılıkları açlık ve yoksulluk içinde acı çeken milyonlarca insanı büsbütün tedirgin etmeye başlamıştı. Buda bu insanlara
dünyadan vazgeçme (nirvana) yoluyla acıdan kurtulmayı öğütlüyordu.
Yaşam acısız kılınamayınca acı yaşamsızlıkla giderilecekti. Buda tanrının sözünü etmez kurtuluşu törebilimsel arınmaya bağlar. Budizm’e göre insan ruhunu yeniden bedenleşmesi kurban kesmekle olmaz
günahsız iyi davranışlarla sağlanabilirdi. Buda’ya göre acı çekme
gerçeği (insanları birbirine bağlayan bütün nesneler acı kaynağıdır) istek gerçeği ( acı insan isteğinden doğar) acının yok edilmesi gerçeği ( acı
her türlü istekten el çekme eş deyişle nirvanalaşmakla yok edilir) ve
sekiz tane maddeden oluşan sekiz yol gerçeği olmak üzere dört temel
gerçek vardır.
Buda’ya göre evrende insanın bağlanabileceği hiçbir şey yoktur ne özdekte ne de ruhta hiçbir şey sürekli değildir ne biçim ne öz vardır her şey gelip geçicidir dünya yalan ve boştur.
Belit
(Aksiyom)
Başka bir önermeye götürülemeyen ve tanıtlanamayan böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip
kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli
ve ön dayanağı olan temel önerme. Ne türlü bir belitten yola çıkılırsa
o türlü bir sonucu varılır. Belitlere dayanan bir felsefe belitlerin yanlışlığı meydana çıkınca çöker.
1)Mantık: Mantıkta belit terimi
bir şeyi tanıtlamak için kullanılan tanıtlanmayı gerektirmeyecek kadar
açık ilke anlamını veriri tanıtlanmayı gerektirmediği gibi
tanıtlanamazda. Çünkü tanıtlama daha da açıklamak demektir buysa daha çok açıklanamaz. Her belit bir ilkedir ama her ilke bir belit değildir. Örneğin “her bütün kendini meydana getiren parçalarından büyüktür” ilkesi bir belittir buna karşı Einstein’in görelilik ilkesi bir belit değildir. ****fizik dünya görüşünün ürünü olan bütün mantıklar
“bir şey kendisinin aynıdır” önermesiyle dile getirilen özdeşlik
ilkesini belit saymışlardır. Hegel’in diyalektik mantığı bunun doğru
olmadığını meydana koymuştur. Bir şey kendisiyle bile aynı değildir çünkü sürekli olarak değişmektedir.
2) Matematik: nicelikler arasındaki orantıları dile getiren zorunlu önermeler matematikte belit adıyla tanımlanırlar. Örneğin “bir üçüncü niceliğe ayrı ayrı eşit olan nicelikler birbirine eşittir” “eşit niceliklere eşit nicelikler eklenirse toplamları da eşit olur”. Matematiksel belit mantıksal belitin niceliklere uygulanmasıdır. Aralarında başkaca bir anlam ayrılığı yoktur.
3) Dekartçılık: Descartes ve başta Spinoza olmak üzere izdaşları felsefelerini belitlere dayarlar. Örneğin Descartes felsefesini “düşünüyorum öyleyse varım” belitinden çıkarak kurmuştur. Spinoza’da ünlü Etika’sında örneğin “başka bir şeyle tasarlanmayan şeyin kendisiyle tasarlanması gerekir” gibi belitlerden yola çıkar. Ne var ki ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılır. Bundan başka bu belitler “parçalarının toplamı bütüne eşittir” gibi belitler gücünde değildirler. Daha açık bir deyişle Dekartçıların belitleri öznel kendilerince belit sayılmış belitlerdir. Nitekim Cogito’nun yüzyıllarca önceki biçimini çürütmek için “bin altın düşünüyorum öyleyse bin altınım var” önermesi ileri sürülmüştür.
Biçim (Form)
Nesnelerin dış görünüşü. ****fizikte bir nesnenin gizil ilkesi olan hammaddeden ayırt edilen etkin belirleyici ilkesi.
Platon bugün biçim sözcüğü ile karşılanan eidos terimini bir şeyi o şey
yapan kalıcı gerçeklik ile sonlu ve değişmeye uğrayan tikelleri ayırmak
için kullanmıştır. Platoncu biçim kavramı da Pytagarosçı kurama dayanır. Bu kurama göre nesnelerin ayırt edici özelliklerini veren maddi öğeler değil Pythagoras’ın sayısal olarak adlandırdığı kavranabilir yapılardır.
Madde ve biçim arasındaki ayrımı ilk kez ortaya atan Aristoteles’tir. O’na göre madde kendi içinde bir nesne değil nesnelerin oluşumunda bulunan farklılaşmış temel öğedir. Tikel nesnelerin
bu temel öğeden oluşmaları farklılaşma süreci ile gerçekleşir. Bu süreç
içinde belirli biçimler alan nesneler de kavranabilir dünyayı
oluşturur. Madde gizil öğe biçim ise gerçekleşen öğedir.
Alman filozof Kant’a göre biçim zihnin
bir özelliği birey tarafından nesneye yükleniyordu. Kant’a göre mekan
ve zamanın duyarlılığı iki apriori biçimindedir. İnsanın kendi başına
zaman ve mekan deneyimi olmasa bile insanın mekan ve zaman dışı
deneyiminin olmayacağını savundu.
Bilgicilik (Sofizm)
Eski Yunan’da İ.Ö 5. yüzyılın ikinci yarısından İ.Ö 4. yüzyılın
başlarına değin para karşılığı felsefe öğreten gezgin felsefecilerin
(sofistler) oluşturdukları akıma bilgicilik denir.
Sofist deyimi bilgeliği yeğleyen öğreti bilgi öğretmeni siyasada yararlı olma sanatı söz söyleme sanatı anlamlarında kullanılmıştır. İ.Ö 5. yüzyıl
antik çağ Yunan felsefesinde bilgicilik akımının egemen olduğu çağdır.
İlk düşünür sayılan Thales’den beri ortaya atılan sayısız varsayımlar
sonunda insan zekasını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden
gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti. Doğa bilimlerinin
denetiminden yoksun insan düşüncesi varlığın temeli konusunda daldığı hayal aleminden kendisine dönüyordu. Bilgicilik akımının inceleme amacı insanın kendisiydi. Protagoras’ a göre “insan her şeyin ölçüsü” ydü. Bilgi teorik bir merak değil pratik bir yarar olmalıydı. Protagoras “tanrılara gelince ben onların ne var olduklarını ne de yok olduklarını bilirim” diyordu. Bilgici Hippias
giydiği elbiseyi kendisi diktiği için “ bağımsızlığa kavuşmakla”
övünüyordu. İnsan her türlü yapma bağlardan kurtulmak ve insansal
yasanın (nomos) yerine doğal yasa (physis) konulmalıydı.
Bilgiciler özdekçi düşünceleri sürmekle beraber ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır. İşte bu idealist çizgidir ki
bir yandan bilgicilik akımını yozlaştırarak felsefeyi güzel söz söyleme
sanatına dönüştürürken diğer yandan idealist ilkelerin gelişmesi
sürecini doğurmuştur.
Budizm
Buda’nın ileri sürdüğü gizemsel dünya görüşü ve din.
Budizm İ.Ö 6. yüzyılda Brahmanizm’e bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Brahmanizm’in tanrıları ve kast ayrılıkları açlık ve yoksulluk içinde acı çeken milyonlarca insanı büsbütün tedirgin etmeye başlamıştı. Buda bu insanlara
dünyadan vazgeçme (nirvana) yoluyla acıdan kurtulmayı öğütlüyordu.
Yaşam acısız kılınamayınca acı yaşamsızlıkla giderilecekti. Buda tanrının sözünü etmez kurtuluşu törebilimsel arınmaya bağlar. Budizm’e göre insan ruhunu yeniden bedenleşmesi kurban kesmekle olmaz
günahsız iyi davranışlarla sağlanabilirdi. Buda’ya göre acı çekme
gerçeği (insanları birbirine bağlayan bütün nesneler acı kaynağıdır) istek gerçeği ( acı insan isteğinden doğar) acının yok edilmesi gerçeği ( acı
her türlü istekten el çekme eş deyişle nirvanalaşmakla yok edilir) ve
sekiz tane maddeden oluşan sekiz yol gerçeği olmak üzere dört temel
gerçek vardır.
Buda’ya göre evrende insanın bağlanabileceği hiçbir şey yoktur ne özdekte ne de ruhta hiçbir şey sürekli değildir ne biçim ne öz vardır her şey gelip geçicidir dünya yalan ve boştur.
Geri: Felsefe Sözlüğü
D Dizini
Deizm
Vahiy ya da bir kilise öğretisi aracılığıyla edinilmiş her türlü
dinsel bilgiye karşı çıkan buna karşılık belirli bir dinsel bilgi
bütününü herkesin doğuştan taşıdığını ya da us yoluyla elde
edebileceğini savunan görüşe denir. Deizm
tanrılık gücünün sadece yaratma işlemiyle sınırlandığını ve bir kez
yaratıldıktan sonra dünyanın hiçbir işine karışmadığını eş deyişle
dünyayı yönetmediğini belirtir.
Deizmin dayandığı “doğal” din kavramı başlıca iç kaynaktan beslenir. İnsan usuna duyulan inanç dogmacılığa ve hoşgörüsüzlüğe yönelen vahiy öğretisinin
reddedilmesi ve tanrının düzenli bir dünyanın ussal mimarı biçiminde
kavranması. Deizmciler Hıristiyanlıkta ve dünya dinlerinde görülen
ibadet inanç ve öğreti farklılıklarının temelinde evrensel olarak benimsenmiş din ve ahlak ilkelerinin ussal bir özün bulunduğunu öne sürerler.
Deizimcilere göre kendi başına doğal din her türlü kuşku ve yozlaşmadan uzaktır. Bu yüzden us yoluyla doğrulanmış yalın ahlakı doğrular dışında Hıristiyanlığın sonradan eklediği tüm öğelere karşı çıkarlar.
Dekartçılık (Cartezyanizm)
Fransız düşünürü Descartes’in felsefesi.
Descartes düşünsel felsefenin büyük çapta aşamacılarından biridir. Antikçağ Yunan
şüpheciliğinden yüzyıllarca sonra şüpheciliği temel bir yöntem olarak
kullanmış ve bunu analitik geometri adı verilen matematiksel bir
kesinlikle uygulamaya çalışarak yepyeni doğrulara varmayı denemiştir.
Temel yöntem şöyle özetlenebilir: önce bir ilke olarak
edinilmiş bütün bilgilerinden şüphe etmeliyim ve onları bir yana
bırakarak ilk ve sağlam yeni bir düşünceden yola çıkmalıyım. İnsanların
bütün düşünceleri birbirine bağlıdır
birbirinden çıkar. Bir düşünmeyi doğuran ondan önce gerçekleşmiş başka
bir düşüncedir. Düşünceler bir neden sonuç zinciri içerisinde sürüp
gider(mekanizm) öyleyse sırayı titizlikle kovalarsam doğru olmayan bir
düşünceyi doğru sanmaktan sakınarak düşünce zincirinin arasına yanlış
bir düşünce karıştırmazsam doğru olana ulaşabilirim. Bu durumda benim
için kesin olan tek şey şüphe etmektir. Bütün bilgilerden şüphe etmek düşünmektir. Düşünmekse var olmaktır. Öyleyse var olduğumda şüphesizdir. Düşünüyorum öyleyse varım.şüphe edemeyeceğim ilk ve sağlam bilgim budur. Şimdi neden sonuç zincirini titizlikle kovalayarak bütün öteki bilgileri bu temelden çıkarabilirim.
Descartes’in başlıca öğretileri şunlardır.
1)Gerçeklik özü düşünme olan zihin ile özü üç boyutlu uzam olan madde biçiminde ikiye ayırabilir.
2)Tanrı zihin ve madde kavramları doğuştan gelir ve deneyimden kaynaklanmaz.
3)Felsefede doğruya erişmenin yanılmaz yöntemi şüphe edilemez açık ve seçik bir önerme ya da kavramlara ulaşıncaya değin her şeyden şüphe etmektir.
Descartesçi düşünürlerin çoğu Descartes’in “ Düşünüyorum öyleyse varım” deyişinde anlatımını bulan düşünen öznenin düşündüğünden dolayısıyla var olduğundan şüphe edemeyeceği yöntemindeki önermenin ilk ve açık seçik doğru olduğu görüşünde birleşir. Gene Descartesçilerin büyük bir bölümü
bu ilk doğru temelinde yalnızca usa dayalı bir felsefede ve bilim
sisteminin kurulabileceği görüşündedir. Buna bağlı olarak Dekartçılık
bütünüyle usa bir ****fizik geliştirilebileceğini savunur.
Demiourgos
Düzenleyici Tanrı... Antik Yunan düşünürü Platon’a göre ‘iyi’ ideası
düzenleyici bir Tanrı’dır. Yaratmış değil biçim vermiştir. Antikçağ
Yunanlılarında yaratma düşüncesi yoktur; bir sanatçı bir mimar gibi yapma düzenleme biçimlendirme çabası vardır. Bu anlayışa göre dünya yoktan var edilmemiş
idealar gibi ilksiz ve sonsuz olan biçimsiz özdekten düzenlenip
biçimlendirilerek meydana getirilmiştir. Platon’a göre bu
biçimlendirmede örneklik eden idealardır
evrendeki bütün varlıklar bu ideal ilk örneklerine uygun olarak özdeği
biçimlendirme yoluyla yapılmışlardır. Bu terim Platon’ca evren ruhu gnostiklerce ikinci Tanrı ve Hegel’ce düşünce süreci anlamında kullanılmıştır.
Determinizm
Ahlaki seçimler dahil bütün olayları özgür iradeyi ve insanın başka türlü davranabilmesi olanağını dışlayan
önceden varolan nedenlerce belirlendiğini savunan kuram. Bu kurama göre
evrenin tümüyle ussal bir yapısı vardır; belirli bir durumun eksiksiz
bilgisine sahip olmak o durumun geleceğine ilişkin yanılmaz bilgiyi de olanaklı kılar. Laplace’e göre evrenin bugünkü durumu önceki durumunun sonucu sonraki durumunun ise nedenidir. Bir zihin belirli bir anda doğada işleyen bütün güçleri ve doğanın bütün bileşenlerinin karşılıklı konumunu bilebilse küçük ya da büyük her birimin hem geleceğini hem geçmişini kesin olarak bilebilir.
Determinizm yandaşlarına göre kuramları
ahlaki sorumluluğun kabulüne aykırı değildir. Örneğin belirli bir
davranışın kötü sonuçları önceden görülebilir; bu da insana ahlaki
sorumluluk yükler ve insan eylemlerini etkileyebilecek engelleyici bir
dış neden oluşturur.
Dialektik
Kavramlar arasındaki karşıtlık ilişkisinden yola çıkarak bunu doğruya
varan süreçlerin açığa çıkarılmasında bir ilke olarak kullanan düşünme
ve araştırma yolu.
Diyalektik düşüncenin başlangıcı doğayı ve evreni oluşturduğu düşünülen ateş hava su toprak gibi ilk öğelerin (arkhe) aralarındaki karşılıklı çatışma-dönüşme ilişkileri biçiminde
Sokrates öncesi fizikçilerde görülür. Daha sonra şeylerin
karşıtlarından yola çıkarak var olmaları ve gene karşıtları içinde yok
olmalarını ele alan Herakleitos diyalektiği evrenin etkin bir ilkesi olarak düşünmenin öncüsü oldu. Aristoteles’e göre
bazı kabullerden yola çıkarak usavurma yoluyla bunları saçmaya
indirgeyerek karşıtlarını kanıtlama tekniği anlamında diyalektiğin
kurucusu Elealı Zenon’du.
Diyalektiği bir yöntem olarak ilk kullanan ise Sokrates’tir. Sokrates için diyalektik karşılıklı
karşılıklı soru-yanıt yoluyla kavramlara açıklık getirme yöntemidir.
Karşı tarafın yanıtından yola çıkarak bunun gene onun düşünceleri
açısından tutarsız ve çelişik olduğunu göstermek yöntemin ilk aşamasıdır. Bundan sonra karşılıklı soru- yanıtlarla tartışma konusu kavram çeşitli açılardan ele alınır açımlanır.
Sokrates’in açıklama yöntemini belirli bir varlık görüşüne bağlayan Platon diyalektiği bilgi görüşüne dayalı bir eğitim yöntemi olarak geliştirdi. Ona göre diyalektik
bir varlık sıralaması içinde en alt düzeyden gittikçe yükselerek
sonunda idea’lara varmak için izlenen bir öğretme ve öğrenme sürecidir.
Yeniçağ felsefesinde diyalektik terimini ilk kullanan Kant’tır. Kant’a göre diyalektik yanılgını mantığıdır;; kendi halindeki us
bazı usavurma işlemlerini mantıksal sınırlarına kadar götürüp sonunda
kendisiyle çatışma içine düşer. Ortaya çıkan antinomileri (çatışkıları)
gidermek içinse Kant’ın “transandantal diyalektik” adını verdiği yöntem
uygulanır; iki karşıt sav arasındaki çatışma hem tezin hem de antitezin karşıtının olanaksızlığı kanıtlanarak giderilir. Böylece Kant için diyalektik hem usun içine düştüğü doğal bir yanılgı biçimi hem de bunu düzeltmek için kullanılacak bir eleştiri ve yanlış gösterme yöntemi haline gelir.
Diyalektik anlayışının temelinde yatan üçlü düşüncesini Kant’tan alan Hegel buna bambaşka bir anlam yükledi. Hegel’e göre gerçekleri oluşturan kavramların her biri karşıtını kendi içinde taşır. Düşünce bir kavramdan (tez) onun içindeki karşıtına(antitez) bundan da yeniden karşıtına (yani ilk kavrama) dönmekle diyalektik hareket içinde iki kavramın birliğini oluşturan üçüncü kavrama (sentez) ulaşır. Bu süreç düşüncenin kendisini kavramasını sağlayan bilinç içeriğini artırır. Hegel’e göre diyalektik varlığı belirleyen düşüncenin kendi süreci olduğu gibi dünya tarihinin de oluşum ilkesidir.
Diyalektik usavurmayı Hegel’den ve Sokrates öncesi filozoflardan alan
Karl Marx’a göre diyalektik tarihsel bir süreçtir;;; ekonomik temelli
bazı toplumsal oluşumların zaman içinde karşıtlarını üretmeleri karşıtların giderek çatışmaya dönüşmesiyle de yeni oluşumun etkisini ortadan kaldırması biçiminde yürür.
Diyalektik kavramı günümüzde ****fizik teriminin tam karşıtı olarak yeni ve bilimsel bir dünya görüşünü dile getirir.
Dialektik İdealizm
Hegel’in idealizmine diyalektik idealizm denir.
Hegel tarihin ve düşüncenin diyalektik bir süreç içinde geliştiğini savunmuş dinden siyasete
mantıktan estetiğe kadar bütün alanlar için geçerli gördüğü bu sürecin
Mutlak Tin’e ya da zihne (geist) varılmasıyla son bulacağını ileri
sürmüştür. Düşüncenin özünde gerçeğin ancak bir bütün olarak
kavranabileceği yatar. Diyalektik görünürdeki bütün farklılıkların birliğe kavuştuğu ****fizik bir süreç “mutlak” ise var olan her şeyi kendinde toplayandır.
Varlığın diyalektik gelişim süreci Hegel’in tin ya da zihin bazen de idea dediği Geist’ın kendini belli bir amaca doğru geliştirmesi
özgürleşmesi sürecidir.Bu süreç içinde “idea” diyalektiğin üçlü
aşamasından geçer.İlk aşamada “idea” kendi içindedir ve henüz bir
olanaktır. Kendini gerçekleştirmesi için ikinci bir alan gerekir bu da doğadır. Ama “idea” doğada kendi özüne aykırı bir duruma düşer
kendine yabancılaşır. Bu aykırılıktan üçüncü aşama olan kültür
dünyasında kurtulabilir. Doğada “idea”yı yönlendiren yasa olan
zorunluluğun yerini üçüncü aşamada özgürlük alır; özgürlük tinin devlet sanat felsefe ve din gibi
bireylerin üstündeki bazı kurumlarda ve o kurumlarla kendini
gerçekleştirmesidir. Bu son aşamada da tin üç basamak içinde kendini
geliştirir. İlk basamak “öznel tin” dir ve tek tek insanların
yaşamındaki henüz tamamlanmamış idedir. İkinci basamak “nesnel tin”dir
ve burada kendini toplum tarih devlet olarak gerçekleştirir. Üçüncü basamak ise “mutlak tin” dir ve burada tam bilincine ulaşarak kendini sanat din ve felsefe ile ölümsüz kılar.
Diyalektik idealizm yani Hegelci diyalektik
nesneleri soyutlayarak her birini kendi başına ve değişmez özellikleri
olan birimler olarak gören “****fizik” düşünce biçiminin tersine nesneleri hareket ve değişimleri
karşılıklı ilişkileri ve etkileşimleri içinde ele alır. Her şey sürekli
bir oluş ve yok oluş süreci içindedir. Bu süreç içinde hiçbir şey
sürekli değildir; her şey değişir ve yerini başka bir şeye bırakır.
Bütün şeyler çelişkili yanlar ya da yönler içerir. Bu yönler arasındaki
çatışma değişimin itici gücüdür ve sonunda şeylerin değişime uğramasına
ya da ortadan kalkmasına yol açar. Hegel değişme ve gelişmeyi doğada ve
toplumda somutlaşan “mutlak tin”in ya da ideanın bir dışavurumu olarak
görür.
Dialektik Materyalizm
Doğada ve tarihte belirleyici olan süreçlerin
kendi içlerindeki karşıtlık yoluyla oluştuğunu ve bütün olayların bu
maddi temelli ilişkilerle açıklanması gerektiğini savunan felsefe
görüşü. Tarihsel materyalizm ile birlikte Marksist dünya ve tarih
görüşünü oluşturur. Marx ve Engels’e göre materyalim
duyularla algılanabilen maddi dünyanın zihin ya da ruhtan bağımsız
nesnel bir gerçeklik olarak ele alınmasına dayanır. Marx ve Engels
zihinsel ya da ruhsal süreçlerin varlığını reddetmemişler
ama düşüncelerin temelde maddi koşuların ürünleri ve yansımaları
olduğunu savunmuşlardır. Maddeyi zihin ya da ruha bağımlı olarak ele
alan zihin ya da ruhun maddeden bağımsız olarak var olabileceğini savunan bütün kuramları ise maddeciliğin karşıtı olarak gördükleri idealizm altında toplamışlardır. Onlara göre
maddeci ve idealist görüşler felsefenin tarihsel gelişimi boyunca
uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olmuştur. Bu nedenle materyalizm ve
idealizmi birleştirmeye ya da uzlaştırmaya yönelik bütün çabaların
kaçınılmaz olarak karışıklık ve tutarsızlığa yol açacağını savunan tam
bir maddeci yaklaşımı benimsemişlerdir.
Marx ve Engels kendi diyalektik anlayışlarını büyük ölçüde Hegel’in
görüşlerinden yola çıkarak geliştirmişlerdir. Hegel değişme ve
gelişmeyi doğada ve toplumda somutlaşan Mutlak Tin’in ya da İdea’nın
bir dışavurumu olarak görürken
Marx ve Engels değişimi ve gelişimi maddi dünyanın doğasında var olan
bir özellik olarak görürüler. Bu nedenle Hegel’in yaptığı gibi
olayların gerçek akışının “diyalektiğin ilkeleri”nden
çıkarsayamayacağını ilkelerin olaylardan çıkarılması gerektiğini savunurlar.
Marx ve Engels’in bilgi kuramının çıkış noktası
bütün bilgilerin duyular yoluyla elde edildiği maddeci öncüldür. Ama
bilgiyi yalnızca verili duyu izlenimlerine dayandıran mekanik görüşün
tersine bu kuram
pratik çalışma sürecinde toplumsal olarak elde edilen insan bilgisinin
diyalektik gelişimini vurgular. İnsanlar nesnelere ilişkin bilgileri
yalnızca bu nesnelerle pratik etkileşim içinde ve pratiklerine denk
düşen düşünceleri biçimlendirerek edinirler. Düşüncelerin gerçekliğe
uygunluğunun yani doğruluğunun sınanmasını sağlayan tek araç toplumsal pratiktir. Bu bilgi kuramı
kendinde şeylerin yaratıcılığından dolayı insanların yalnızca
duyumlanabilir görüntüleri bilebileceğini öne süren öznel idealizme ve
duyular üstü gerçekliğin duyulardan bağımsız saf sezgi ya da düşünce
ile bilinebileceğini öne süren nesnel idealizme yanı ölçüde karşı çıkar.
Diyalektik materyalizm: doğa
toplum ve bilinç olgularını evrensel bir varlık anlayışı içinde
bütünler ve bu bütünlüğün aynı çelişme yasasıyla geliştiğini meydana
koyar.Diyalektik idealizm gelişme olgusunun genel yasalarının bilimidir öylesine ki bilimsel gelişme olgusunu bütün öğretiler içinde tek başına temsil eder. Her bilim gerçeğin farklı alanlarındaki gelişmesini ancak o alanda geçerli yasalara bağlar diyalektik materyalizm bizzat gelişme olgusunu genel yasalara bağlar. Bu genel yasalar kurgusal varsayımlar değil; bizzat doğanın toplumun ve işleyişinden çıkarılmış ve onlara uygulanarak denetlenmiş ve doğrulukları saptanmış bilimsel yasalardır. Bu yasalar karşıtların birliği ve savaşı yasası nicelikten niteliğe ve nitelikten niceliğe geçiş yasası olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası adlarıyla anılırlar. Bu yasalar evrende var olan her şeyin bizzat nasıl devinip geliştiğinin süreklilikte kesintinin ve karşıtlıkların birdenbire dönüşümlerle nasıl aşıldığının eskinin yıkılıp yeninin nasıl oluştuğunun anahtarını verir. Diyalektik idealizm hem bilme ve hem de yapmanın öğretisi olmakla
kuramla kılgının ( teoriyle pratiğin) bağımlılığını da ortaya
koymuştur. Kuramsız kılgı ve kılgısız kuram olmaz. Kılgı kuramla
başarılı olabildiği gibi kuram da kılgıdan yansır.
Dogma
Her türlü inceleme ve eleştirmenin üstünde tutulan
doğruluğu denemesiz ve tartışmasız kabul edilen ve değişmez sayılan
düşünce... Genellikle dinlerin saltık gerçeklik olarak ileri sürdükleri
ve bağlılarından tartışmasız inanılmasını istedikleri genellikle dinsel
ilkeleri dile getirir. Örneğin Tanrı’nın evreni yarattığı böylesine bir
dogmadır.
Dogmatizm
Din ya da yetkelerce ileri sürülen düşünce ve ilkeleri kanıt aramaksızın incelemeksizin ve eleştirmeksizin bilgi sayılan anlayış... Temelde skolastik bir anlayıştır
günümüzde değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışları
adlandırır. Özellikle ****fizik öğretilerin tümü inakçı (dogmatik)
öğretilerdir. Deney alanının dışında kalan bütün savlar inakçı olmak
zorundadır. Bu zorunluluk Tanrı sözünden başlayıp Aristoteles’in sözüne
kadar genelleşmiştir. Örneğin Ortaçağ Hıristiyan kültüründe herhangi
bir kuralın gerçek sayılması için Aristoteles’in söylemiş olması
yeterli sayılıyordu. Dogmatizmin zorunlu sonucu zorbalıktır. Deneylerle
tanıtlanamayan kurallar engizisyon işkenceleriyle tanıtlanmaya çalışılmıştır. Dogmatizm
suçlu olmayanın ateşe atılsa bile yanmayacağı inancına kadar varmıştır.
Bundan da ateşe atılınca yanan kişinin suçlu olduğu sonucu
çıkarılmıştır. İnak(dogma)’ın inan’dan farkı inan’ın asla tanıtlanamayacak olanı kabul etmesine karşılık
inak’ın herhangi bir yetkeye bağlanan bir veriyi tanıtlamış olarak
kabul etmesidir. Örneğin ortaçağ skolastiğinde herhangi bir sözü
Aristoteles’in söylemiş olduğunu tanıtlamak o sözün doğruluğunu tanıtlamak demekti. Herhangi bir sistemde değişmez formüller düşlemek bir düşüncenin tartışmasız kabulünü istemek bilginin bağımlılığını göz önüne almaksızın her zaman ve her yerde geçerli saltık bilgiler olduğunu ileri sürmek inakçılıktır.
Duyumcu Şüphecilik
Duyumların getirdiği bilgini öznel olduğunu ileri süren şüphecilik.
Duyumcu şüphecilik
duyumun nesnel temelin bırakıp öznel yanını ele alır. Bu bakımdan hem
duyumcu hem öznelci bir yapıdadır. Antik çağ Yunan düşüncesinin ünlü
şüphecileri: Pyrhon Aenesidemos
Timon gibi düşünürler nesnelerin algıladığımız biçimde var
olduklarından şüphelenmek gerektiğini ileri sürerler; çünkü her insanın
duyumu başkadır ve herkes kendi duyumuyla algıladığından başkasınınkine benzemeyen kendine özgü bir bilgi edinir.
Aenesidemos bunu kanıtlamak için on kanıt ileri sürer. Bu kanıtlar
şöyle özetlenebilir: hepimiz aynı biçimde algılasaydık hepimiz aynı
düşünceleri ya da bilgileri edinirdik oysa hepimizin çeşitli ve birbirimizinkine benzemeyen düşünceleri var. Öyleyse nesnel gerçeklik yoktur bilgilerimizden daima şüphe etmeliyiz. Duyumcu şüpheciler bundan katıksız idealist bir sonuç çıkarırlar: aynı nedenin çeşitli sonuçları olabilir: güneş karartır kızartır eritir ve yakar öyleyse nedensellik yoktur nedensellik olmadığına göre oluş yoktur. Duyumcu şüphecilerin düştükleri bu yanılgı duyumun nesnel temelini bırakıp sadece öznel yanını almanın sonucudur.
Düalizm
Herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin
varlığını ileri sürme... Bircilik ve çokçuluk terimleri karşılığıdır.
Felsefe alanında ilk dualist antikçağ Yunan düşünürü Anaksagoras’tır. Anaksagoras
özdekle ruhu kesin olarak birbirinden ayırıyor ve sonsuza kadar da
birbirlerinden ayrı kalacaklarını söylüyordu. Anaksagoras’ın nus adını
verdiği bir ruh özdeksel yapıdadır ama yaratan olmak bakımından
yaratanın karşısında bulunmakla beraber birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir.
Fransız düşünür Descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar. Dualizm
temelde tanrılık yer (öte dünya) ile insanlık yer (dünya) ayrımını
ileri süren dinsel ikicilikten yansımıştır ve evrenin özdeksel
birbirini yadsıyan gerici bir görüştür. Dualistlerin tümü idealisttir çünkü özdensel yapının karşısında bir de ruhsal yapı olduğunu kabul ederler.
Deizm
Vahiy ya da bir kilise öğretisi aracılığıyla edinilmiş her türlü
dinsel bilgiye karşı çıkan buna karşılık belirli bir dinsel bilgi
bütününü herkesin doğuştan taşıdığını ya da us yoluyla elde
edebileceğini savunan görüşe denir. Deizm
tanrılık gücünün sadece yaratma işlemiyle sınırlandığını ve bir kez
yaratıldıktan sonra dünyanın hiçbir işine karışmadığını eş deyişle
dünyayı yönetmediğini belirtir.
Deizmin dayandığı “doğal” din kavramı başlıca iç kaynaktan beslenir. İnsan usuna duyulan inanç dogmacılığa ve hoşgörüsüzlüğe yönelen vahiy öğretisinin
reddedilmesi ve tanrının düzenli bir dünyanın ussal mimarı biçiminde
kavranması. Deizmciler Hıristiyanlıkta ve dünya dinlerinde görülen
ibadet inanç ve öğreti farklılıklarının temelinde evrensel olarak benimsenmiş din ve ahlak ilkelerinin ussal bir özün bulunduğunu öne sürerler.
Deizimcilere göre kendi başına doğal din her türlü kuşku ve yozlaşmadan uzaktır. Bu yüzden us yoluyla doğrulanmış yalın ahlakı doğrular dışında Hıristiyanlığın sonradan eklediği tüm öğelere karşı çıkarlar.
Dekartçılık (Cartezyanizm)
Fransız düşünürü Descartes’in felsefesi.
Descartes düşünsel felsefenin büyük çapta aşamacılarından biridir. Antikçağ Yunan
şüpheciliğinden yüzyıllarca sonra şüpheciliği temel bir yöntem olarak
kullanmış ve bunu analitik geometri adı verilen matematiksel bir
kesinlikle uygulamaya çalışarak yepyeni doğrulara varmayı denemiştir.
Temel yöntem şöyle özetlenebilir: önce bir ilke olarak
edinilmiş bütün bilgilerinden şüphe etmeliyim ve onları bir yana
bırakarak ilk ve sağlam yeni bir düşünceden yola çıkmalıyım. İnsanların
bütün düşünceleri birbirine bağlıdır
birbirinden çıkar. Bir düşünmeyi doğuran ondan önce gerçekleşmiş başka
bir düşüncedir. Düşünceler bir neden sonuç zinciri içerisinde sürüp
gider(mekanizm) öyleyse sırayı titizlikle kovalarsam doğru olmayan bir
düşünceyi doğru sanmaktan sakınarak düşünce zincirinin arasına yanlış
bir düşünce karıştırmazsam doğru olana ulaşabilirim. Bu durumda benim
için kesin olan tek şey şüphe etmektir. Bütün bilgilerden şüphe etmek düşünmektir. Düşünmekse var olmaktır. Öyleyse var olduğumda şüphesizdir. Düşünüyorum öyleyse varım.şüphe edemeyeceğim ilk ve sağlam bilgim budur. Şimdi neden sonuç zincirini titizlikle kovalayarak bütün öteki bilgileri bu temelden çıkarabilirim.
Descartes’in başlıca öğretileri şunlardır.
1)Gerçeklik özü düşünme olan zihin ile özü üç boyutlu uzam olan madde biçiminde ikiye ayırabilir.
2)Tanrı zihin ve madde kavramları doğuştan gelir ve deneyimden kaynaklanmaz.
3)Felsefede doğruya erişmenin yanılmaz yöntemi şüphe edilemez açık ve seçik bir önerme ya da kavramlara ulaşıncaya değin her şeyden şüphe etmektir.
Descartesçi düşünürlerin çoğu Descartes’in “ Düşünüyorum öyleyse varım” deyişinde anlatımını bulan düşünen öznenin düşündüğünden dolayısıyla var olduğundan şüphe edemeyeceği yöntemindeki önermenin ilk ve açık seçik doğru olduğu görüşünde birleşir. Gene Descartesçilerin büyük bir bölümü
bu ilk doğru temelinde yalnızca usa dayalı bir felsefede ve bilim
sisteminin kurulabileceği görüşündedir. Buna bağlı olarak Dekartçılık
bütünüyle usa bir ****fizik geliştirilebileceğini savunur.
Demiourgos
Düzenleyici Tanrı... Antik Yunan düşünürü Platon’a göre ‘iyi’ ideası
düzenleyici bir Tanrı’dır. Yaratmış değil biçim vermiştir. Antikçağ
Yunanlılarında yaratma düşüncesi yoktur; bir sanatçı bir mimar gibi yapma düzenleme biçimlendirme çabası vardır. Bu anlayışa göre dünya yoktan var edilmemiş
idealar gibi ilksiz ve sonsuz olan biçimsiz özdekten düzenlenip
biçimlendirilerek meydana getirilmiştir. Platon’a göre bu
biçimlendirmede örneklik eden idealardır
evrendeki bütün varlıklar bu ideal ilk örneklerine uygun olarak özdeği
biçimlendirme yoluyla yapılmışlardır. Bu terim Platon’ca evren ruhu gnostiklerce ikinci Tanrı ve Hegel’ce düşünce süreci anlamında kullanılmıştır.
Determinizm
Ahlaki seçimler dahil bütün olayları özgür iradeyi ve insanın başka türlü davranabilmesi olanağını dışlayan
önceden varolan nedenlerce belirlendiğini savunan kuram. Bu kurama göre
evrenin tümüyle ussal bir yapısı vardır; belirli bir durumun eksiksiz
bilgisine sahip olmak o durumun geleceğine ilişkin yanılmaz bilgiyi de olanaklı kılar. Laplace’e göre evrenin bugünkü durumu önceki durumunun sonucu sonraki durumunun ise nedenidir. Bir zihin belirli bir anda doğada işleyen bütün güçleri ve doğanın bütün bileşenlerinin karşılıklı konumunu bilebilse küçük ya da büyük her birimin hem geleceğini hem geçmişini kesin olarak bilebilir.
Determinizm yandaşlarına göre kuramları
ahlaki sorumluluğun kabulüne aykırı değildir. Örneğin belirli bir
davranışın kötü sonuçları önceden görülebilir; bu da insana ahlaki
sorumluluk yükler ve insan eylemlerini etkileyebilecek engelleyici bir
dış neden oluşturur.
Dialektik
Kavramlar arasındaki karşıtlık ilişkisinden yola çıkarak bunu doğruya
varan süreçlerin açığa çıkarılmasında bir ilke olarak kullanan düşünme
ve araştırma yolu.
Diyalektik düşüncenin başlangıcı doğayı ve evreni oluşturduğu düşünülen ateş hava su toprak gibi ilk öğelerin (arkhe) aralarındaki karşılıklı çatışma-dönüşme ilişkileri biçiminde
Sokrates öncesi fizikçilerde görülür. Daha sonra şeylerin
karşıtlarından yola çıkarak var olmaları ve gene karşıtları içinde yok
olmalarını ele alan Herakleitos diyalektiği evrenin etkin bir ilkesi olarak düşünmenin öncüsü oldu. Aristoteles’e göre
bazı kabullerden yola çıkarak usavurma yoluyla bunları saçmaya
indirgeyerek karşıtlarını kanıtlama tekniği anlamında diyalektiğin
kurucusu Elealı Zenon’du.
Diyalektiği bir yöntem olarak ilk kullanan ise Sokrates’tir. Sokrates için diyalektik karşılıklı
karşılıklı soru-yanıt yoluyla kavramlara açıklık getirme yöntemidir.
Karşı tarafın yanıtından yola çıkarak bunun gene onun düşünceleri
açısından tutarsız ve çelişik olduğunu göstermek yöntemin ilk aşamasıdır. Bundan sonra karşılıklı soru- yanıtlarla tartışma konusu kavram çeşitli açılardan ele alınır açımlanır.
Sokrates’in açıklama yöntemini belirli bir varlık görüşüne bağlayan Platon diyalektiği bilgi görüşüne dayalı bir eğitim yöntemi olarak geliştirdi. Ona göre diyalektik
bir varlık sıralaması içinde en alt düzeyden gittikçe yükselerek
sonunda idea’lara varmak için izlenen bir öğretme ve öğrenme sürecidir.
Yeniçağ felsefesinde diyalektik terimini ilk kullanan Kant’tır. Kant’a göre diyalektik yanılgını mantığıdır;; kendi halindeki us
bazı usavurma işlemlerini mantıksal sınırlarına kadar götürüp sonunda
kendisiyle çatışma içine düşer. Ortaya çıkan antinomileri (çatışkıları)
gidermek içinse Kant’ın “transandantal diyalektik” adını verdiği yöntem
uygulanır; iki karşıt sav arasındaki çatışma hem tezin hem de antitezin karşıtının olanaksızlığı kanıtlanarak giderilir. Böylece Kant için diyalektik hem usun içine düştüğü doğal bir yanılgı biçimi hem de bunu düzeltmek için kullanılacak bir eleştiri ve yanlış gösterme yöntemi haline gelir.
Diyalektik anlayışının temelinde yatan üçlü düşüncesini Kant’tan alan Hegel buna bambaşka bir anlam yükledi. Hegel’e göre gerçekleri oluşturan kavramların her biri karşıtını kendi içinde taşır. Düşünce bir kavramdan (tez) onun içindeki karşıtına(antitez) bundan da yeniden karşıtına (yani ilk kavrama) dönmekle diyalektik hareket içinde iki kavramın birliğini oluşturan üçüncü kavrama (sentez) ulaşır. Bu süreç düşüncenin kendisini kavramasını sağlayan bilinç içeriğini artırır. Hegel’e göre diyalektik varlığı belirleyen düşüncenin kendi süreci olduğu gibi dünya tarihinin de oluşum ilkesidir.
Diyalektik usavurmayı Hegel’den ve Sokrates öncesi filozoflardan alan
Karl Marx’a göre diyalektik tarihsel bir süreçtir;;; ekonomik temelli
bazı toplumsal oluşumların zaman içinde karşıtlarını üretmeleri karşıtların giderek çatışmaya dönüşmesiyle de yeni oluşumun etkisini ortadan kaldırması biçiminde yürür.
Diyalektik kavramı günümüzde ****fizik teriminin tam karşıtı olarak yeni ve bilimsel bir dünya görüşünü dile getirir.
Dialektik İdealizm
Hegel’in idealizmine diyalektik idealizm denir.
Hegel tarihin ve düşüncenin diyalektik bir süreç içinde geliştiğini savunmuş dinden siyasete
mantıktan estetiğe kadar bütün alanlar için geçerli gördüğü bu sürecin
Mutlak Tin’e ya da zihne (geist) varılmasıyla son bulacağını ileri
sürmüştür. Düşüncenin özünde gerçeğin ancak bir bütün olarak
kavranabileceği yatar. Diyalektik görünürdeki bütün farklılıkların birliğe kavuştuğu ****fizik bir süreç “mutlak” ise var olan her şeyi kendinde toplayandır.
Varlığın diyalektik gelişim süreci Hegel’in tin ya da zihin bazen de idea dediği Geist’ın kendini belli bir amaca doğru geliştirmesi
özgürleşmesi sürecidir.Bu süreç içinde “idea” diyalektiğin üçlü
aşamasından geçer.İlk aşamada “idea” kendi içindedir ve henüz bir
olanaktır. Kendini gerçekleştirmesi için ikinci bir alan gerekir bu da doğadır. Ama “idea” doğada kendi özüne aykırı bir duruma düşer
kendine yabancılaşır. Bu aykırılıktan üçüncü aşama olan kültür
dünyasında kurtulabilir. Doğada “idea”yı yönlendiren yasa olan
zorunluluğun yerini üçüncü aşamada özgürlük alır; özgürlük tinin devlet sanat felsefe ve din gibi
bireylerin üstündeki bazı kurumlarda ve o kurumlarla kendini
gerçekleştirmesidir. Bu son aşamada da tin üç basamak içinde kendini
geliştirir. İlk basamak “öznel tin” dir ve tek tek insanların
yaşamındaki henüz tamamlanmamış idedir. İkinci basamak “nesnel tin”dir
ve burada kendini toplum tarih devlet olarak gerçekleştirir. Üçüncü basamak ise “mutlak tin” dir ve burada tam bilincine ulaşarak kendini sanat din ve felsefe ile ölümsüz kılar.
Diyalektik idealizm yani Hegelci diyalektik
nesneleri soyutlayarak her birini kendi başına ve değişmez özellikleri
olan birimler olarak gören “****fizik” düşünce biçiminin tersine nesneleri hareket ve değişimleri
karşılıklı ilişkileri ve etkileşimleri içinde ele alır. Her şey sürekli
bir oluş ve yok oluş süreci içindedir. Bu süreç içinde hiçbir şey
sürekli değildir; her şey değişir ve yerini başka bir şeye bırakır.
Bütün şeyler çelişkili yanlar ya da yönler içerir. Bu yönler arasındaki
çatışma değişimin itici gücüdür ve sonunda şeylerin değişime uğramasına
ya da ortadan kalkmasına yol açar. Hegel değişme ve gelişmeyi doğada ve
toplumda somutlaşan “mutlak tin”in ya da ideanın bir dışavurumu olarak
görür.
Dialektik Materyalizm
Doğada ve tarihte belirleyici olan süreçlerin
kendi içlerindeki karşıtlık yoluyla oluştuğunu ve bütün olayların bu
maddi temelli ilişkilerle açıklanması gerektiğini savunan felsefe
görüşü. Tarihsel materyalizm ile birlikte Marksist dünya ve tarih
görüşünü oluşturur. Marx ve Engels’e göre materyalim
duyularla algılanabilen maddi dünyanın zihin ya da ruhtan bağımsız
nesnel bir gerçeklik olarak ele alınmasına dayanır. Marx ve Engels
zihinsel ya da ruhsal süreçlerin varlığını reddetmemişler
ama düşüncelerin temelde maddi koşuların ürünleri ve yansımaları
olduğunu savunmuşlardır. Maddeyi zihin ya da ruha bağımlı olarak ele
alan zihin ya da ruhun maddeden bağımsız olarak var olabileceğini savunan bütün kuramları ise maddeciliğin karşıtı olarak gördükleri idealizm altında toplamışlardır. Onlara göre
maddeci ve idealist görüşler felsefenin tarihsel gelişimi boyunca
uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olmuştur. Bu nedenle materyalizm ve
idealizmi birleştirmeye ya da uzlaştırmaya yönelik bütün çabaların
kaçınılmaz olarak karışıklık ve tutarsızlığa yol açacağını savunan tam
bir maddeci yaklaşımı benimsemişlerdir.
Marx ve Engels kendi diyalektik anlayışlarını büyük ölçüde Hegel’in
görüşlerinden yola çıkarak geliştirmişlerdir. Hegel değişme ve
gelişmeyi doğada ve toplumda somutlaşan Mutlak Tin’in ya da İdea’nın
bir dışavurumu olarak görürken
Marx ve Engels değişimi ve gelişimi maddi dünyanın doğasında var olan
bir özellik olarak görürüler. Bu nedenle Hegel’in yaptığı gibi
olayların gerçek akışının “diyalektiğin ilkeleri”nden
çıkarsayamayacağını ilkelerin olaylardan çıkarılması gerektiğini savunurlar.
Marx ve Engels’in bilgi kuramının çıkış noktası
bütün bilgilerin duyular yoluyla elde edildiği maddeci öncüldür. Ama
bilgiyi yalnızca verili duyu izlenimlerine dayandıran mekanik görüşün
tersine bu kuram
pratik çalışma sürecinde toplumsal olarak elde edilen insan bilgisinin
diyalektik gelişimini vurgular. İnsanlar nesnelere ilişkin bilgileri
yalnızca bu nesnelerle pratik etkileşim içinde ve pratiklerine denk
düşen düşünceleri biçimlendirerek edinirler. Düşüncelerin gerçekliğe
uygunluğunun yani doğruluğunun sınanmasını sağlayan tek araç toplumsal pratiktir. Bu bilgi kuramı
kendinde şeylerin yaratıcılığından dolayı insanların yalnızca
duyumlanabilir görüntüleri bilebileceğini öne süren öznel idealizme ve
duyular üstü gerçekliğin duyulardan bağımsız saf sezgi ya da düşünce
ile bilinebileceğini öne süren nesnel idealizme yanı ölçüde karşı çıkar.
Diyalektik materyalizm: doğa
toplum ve bilinç olgularını evrensel bir varlık anlayışı içinde
bütünler ve bu bütünlüğün aynı çelişme yasasıyla geliştiğini meydana
koyar.Diyalektik idealizm gelişme olgusunun genel yasalarının bilimidir öylesine ki bilimsel gelişme olgusunu bütün öğretiler içinde tek başına temsil eder. Her bilim gerçeğin farklı alanlarındaki gelişmesini ancak o alanda geçerli yasalara bağlar diyalektik materyalizm bizzat gelişme olgusunu genel yasalara bağlar. Bu genel yasalar kurgusal varsayımlar değil; bizzat doğanın toplumun ve işleyişinden çıkarılmış ve onlara uygulanarak denetlenmiş ve doğrulukları saptanmış bilimsel yasalardır. Bu yasalar karşıtların birliği ve savaşı yasası nicelikten niteliğe ve nitelikten niceliğe geçiş yasası olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası adlarıyla anılırlar. Bu yasalar evrende var olan her şeyin bizzat nasıl devinip geliştiğinin süreklilikte kesintinin ve karşıtlıkların birdenbire dönüşümlerle nasıl aşıldığının eskinin yıkılıp yeninin nasıl oluştuğunun anahtarını verir. Diyalektik idealizm hem bilme ve hem de yapmanın öğretisi olmakla
kuramla kılgının ( teoriyle pratiğin) bağımlılığını da ortaya
koymuştur. Kuramsız kılgı ve kılgısız kuram olmaz. Kılgı kuramla
başarılı olabildiği gibi kuram da kılgıdan yansır.
Dogma
Her türlü inceleme ve eleştirmenin üstünde tutulan
doğruluğu denemesiz ve tartışmasız kabul edilen ve değişmez sayılan
düşünce... Genellikle dinlerin saltık gerçeklik olarak ileri sürdükleri
ve bağlılarından tartışmasız inanılmasını istedikleri genellikle dinsel
ilkeleri dile getirir. Örneğin Tanrı’nın evreni yarattığı böylesine bir
dogmadır.
Dogmatizm
Din ya da yetkelerce ileri sürülen düşünce ve ilkeleri kanıt aramaksızın incelemeksizin ve eleştirmeksizin bilgi sayılan anlayış... Temelde skolastik bir anlayıştır
günümüzde değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışları
adlandırır. Özellikle ****fizik öğretilerin tümü inakçı (dogmatik)
öğretilerdir. Deney alanının dışında kalan bütün savlar inakçı olmak
zorundadır. Bu zorunluluk Tanrı sözünden başlayıp Aristoteles’in sözüne
kadar genelleşmiştir. Örneğin Ortaçağ Hıristiyan kültüründe herhangi
bir kuralın gerçek sayılması için Aristoteles’in söylemiş olması
yeterli sayılıyordu. Dogmatizmin zorunlu sonucu zorbalıktır. Deneylerle
tanıtlanamayan kurallar engizisyon işkenceleriyle tanıtlanmaya çalışılmıştır. Dogmatizm
suçlu olmayanın ateşe atılsa bile yanmayacağı inancına kadar varmıştır.
Bundan da ateşe atılınca yanan kişinin suçlu olduğu sonucu
çıkarılmıştır. İnak(dogma)’ın inan’dan farkı inan’ın asla tanıtlanamayacak olanı kabul etmesine karşılık
inak’ın herhangi bir yetkeye bağlanan bir veriyi tanıtlamış olarak
kabul etmesidir. Örneğin ortaçağ skolastiğinde herhangi bir sözü
Aristoteles’in söylemiş olduğunu tanıtlamak o sözün doğruluğunu tanıtlamak demekti. Herhangi bir sistemde değişmez formüller düşlemek bir düşüncenin tartışmasız kabulünü istemek bilginin bağımlılığını göz önüne almaksızın her zaman ve her yerde geçerli saltık bilgiler olduğunu ileri sürmek inakçılıktır.
Duyumcu Şüphecilik
Duyumların getirdiği bilgini öznel olduğunu ileri süren şüphecilik.
Duyumcu şüphecilik
duyumun nesnel temelin bırakıp öznel yanını ele alır. Bu bakımdan hem
duyumcu hem öznelci bir yapıdadır. Antik çağ Yunan düşüncesinin ünlü
şüphecileri: Pyrhon Aenesidemos
Timon gibi düşünürler nesnelerin algıladığımız biçimde var
olduklarından şüphelenmek gerektiğini ileri sürerler; çünkü her insanın
duyumu başkadır ve herkes kendi duyumuyla algıladığından başkasınınkine benzemeyen kendine özgü bir bilgi edinir.
Aenesidemos bunu kanıtlamak için on kanıt ileri sürer. Bu kanıtlar
şöyle özetlenebilir: hepimiz aynı biçimde algılasaydık hepimiz aynı
düşünceleri ya da bilgileri edinirdik oysa hepimizin çeşitli ve birbirimizinkine benzemeyen düşünceleri var. Öyleyse nesnel gerçeklik yoktur bilgilerimizden daima şüphe etmeliyiz. Duyumcu şüpheciler bundan katıksız idealist bir sonuç çıkarırlar: aynı nedenin çeşitli sonuçları olabilir: güneş karartır kızartır eritir ve yakar öyleyse nedensellik yoktur nedensellik olmadığına göre oluş yoktur. Duyumcu şüphecilerin düştükleri bu yanılgı duyumun nesnel temelini bırakıp sadece öznel yanını almanın sonucudur.
Düalizm
Herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin
varlığını ileri sürme... Bircilik ve çokçuluk terimleri karşılığıdır.
Felsefe alanında ilk dualist antikçağ Yunan düşünürü Anaksagoras’tır. Anaksagoras
özdekle ruhu kesin olarak birbirinden ayırıyor ve sonsuza kadar da
birbirlerinden ayrı kalacaklarını söylüyordu. Anaksagoras’ın nus adını
verdiği bir ruh özdeksel yapıdadır ama yaratan olmak bakımından
yaratanın karşısında bulunmakla beraber birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir.
Fransız düşünür Descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar. Dualizm
temelde tanrılık yer (öte dünya) ile insanlık yer (dünya) ayrımını
ileri süren dinsel ikicilikten yansımıştır ve evrenin özdeksel
birbirini yadsıyan gerici bir görüştür. Dualistlerin tümü idealisttir çünkü özdensel yapının karşısında bir de ruhsal yapı olduğunu kabul ederler.
Geri: Felsefe Sözlüğü
E Dizini
Eklektisizm
(Seçmecilik)
Farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içinde birleştirilmesi. Eklektizm öğretilerin alındığı sistemlerin bütününü benimsemediği gibi aralarındaki çözümleme amacını da gütmez. Dolayısıyla düşünce sistemlerini birleştirme ya da uzlaştırma yöntemi olan sinkretizmden farklıdır.
Fransız düşünürü Victor Cousin eklektizm yönteminden bir felsefe okulu kurmuştur. Cousin’in eklektizm öğretisi Platon’u Kant’ı ve İskoçyalıları kaynaştırır.
Soyut düşünce düzeyinde her sistemin öğretileriyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu kabul edilirse eklektizm
farklı sistemlerden keyfi olarak seçilen öğretilerin bir araya
getirilmesinden doğacak tutarsızlıklar yüzünden eleştirilebilir. Ama
uygulamada eklektik bakış açısı birçok bakımdan yararlı olabilir.
Bir devlet adamı kadar bir felsefeci de ilkesel olarak değil karşıt tarafların öne sürdüğü görüşlerin gerçek değerlerini gördüğü için eklektik olabilir. Bu tür bir eğilim
sistemler yeniliklerini yitirdiğinde ya da tarihsel koşulların ve
bilginin değişmesiyle sistemlerin yetersizlikleri ortaya çıktığında
görülür.
Elea Okulu
Antikçağ Yunan düşüncesinde Ksenofanes ve onu izleyenlerce geliştirilen öğreti...Kloplon'lu Ksenofanes
Hellen kentlerinde yetmiş yıl süren bir geziden sonra Napoli’nin
güneyindeki Elea'ya yerleşmiştir. çok tanrıcılığa karşı tek tanrı
polemiğini orada yapmış
Homeros'la Hesiodos'a karşı çıkarak Tanrı'nın birliğini ve
değişmezliğini savunmuştur. Birlik ve değişmezlik düşünceleri üstüne
kurulan Elea öğretisi Ksenofanes'in öğrencisi Parmenides'le gerçekleşmiştir. Melissos Zenon Gorgias gibi düşünürlerin sürdürdükleri bu öğreti antikçağ Yunan felsefesinin genel diyalektik yapısı içinde olumsuz yanı tutar. Deney dışı usçuluğu değişmezliği saltıklığı savunur. Elea’lı Zeon’un devimi çürütmek için ileri sürdüğü çıkmazlar da ünlüdür bunlara Zenon çıkmazları denir. Bu çıkmazlar gerçekte kolaylıkla çözülebilecek yanıltmacalardır. Felsefe tarihinde ****fizik Elalılarla başlamıştır. Elealılar bilginin kaynağını duyguda ve deneyde değil düşüncede bulurlar. Onlar için varlık birdir ve saltıktır hiç değişmemiştir ve değişmeyecektir. Bununla beraber kavramsal diyalektiği
daha açık bir deyişle mantıksal kavramların diyalektik hareketini ilk
kez ortaya atmakla Elealılar Hegel’in öncüleridir. Platon idealizminin
gerçek temeli de Elealılardır. Ksenofanes’in
kendisi devimsiz olan tanrının sadece düşünmekle dünyayı kımıldattığı
yolundaki ****fizik varsayımı da Aristoteles ****fiziğinin gerçek
kaynağıdır. Elealı Parmenides’e göre sadece varlık vardır dahası varlıkla düşünme aynı şeydir. Parmenides’e göre varolma ve yok olma duyuların hokkabazlığıdır duyularsa bir düşten daha gerçek değildirler. Yer değiştirme
renk değiştirme vb. gibi insanların sözünü ettikleri şeyler sadece
birer addırlar.Parmenides’e göre varlık ülkesinde sadece şu nitelikler
geçerlidir: meydana gelmemiş geçip gitmez bölünmez sürekli devimsiz değişmez aynı şeyde aynı şey kendinde toplu bir bütün...
Endeterminizm
Hadiselerin sebepsiz meydana gelemeyeceğini dünyada mutlak bir başlangıcı hür bir iradenin yeri olamayacağını kabul eden determinizmin karşıtı olan görüş.
Ahlakta endeterminizm insan iradesinin hiçbir şarta bağlı olmadığını içinde bulunduğu şartlarla belirlenmediğini insanın hür iradesinin sebeplilik kanununa bağlı olmadığını ileri sürer.
Endividüalizm
Bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kedine yeterli kendi kendini yönlendiren
görece özgür bireyi yada benliği vurgulayan siyaset ve toplum
felsefesi. terimi ilk kez kullanan Fransız siyaset yorumcusu Alexis de
Tacquille bireyciliği insanın yalnızca kendi ailesi ile arkadaşlarına öngören ölçülü bir bencilik olarak tanımlanmıştır.
Endividualizm
bütün ortaçağı kapsayan Hristiyan dünya görüşüne bir tepki olarak
Rönesans’ta ortaya çıkan bir dünya görüşüdür. gerçekte tarihi çok daha
eskidir. Özel mülkiyetle güçlenmiş ve toplum içinde seçkinleşmiş olan
birey topluma üstün tutan bu çok eski eğilim Rönesans ta biçimlenmiş ve
bir dünya görüşü olarak ****fizikten ekonomiye kadar çeşitli alanlarda
etkinleşmiştir. ****fiziksel açıdan bireycilik tanrılık baş gerçeği yerine bireyi koyar. Bireyin usu onu bireyselliği içinde evrenselliğe bağlamaktadır. Demek ki birey
bireysel olandan evrensel olanı tek yapıda birleştiren varlıktır.
öyleyse baş gerçek olarak ele alınmalı ve başta din kurumu olmak üzere
bütün kurumlar onun çıkarlarına uygun düzenlenmelidir.
Bireycilik bir değerler sistemi olduğu kadar insan yapısıyla ilgili bir kuram genel bir davranış biçimi ve belirli siyasal ekonomik toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına gelir. Bireyciliğin değerler sistemi üç önermeyle açıklanabilir:
1)bütün değerler insan merkezlidir: insanlarca yaratılmış olmasalar bile onlar tarafından yaşanır.
2) Birey kendi başına bir amaç ve yüce bir değerdir toplum bireyin amaçları için sadece bir araçtır.
3) Bütün bireyler
bir anlamda ahlakça eşittir. Hiç kimse hiç bir zaman yalnızca bir başka
bireyin iyiliği için araç olarak görülemez.Bireyciliğin insan yapısına
ilişkin kuramına göre normal ve yetişkin bir insanın çıkarlarını
korumanın en iyi yolu kendi amaçlarını ve bu amaçlara ulaştıracak
araları seçmekte ve o yönde davranmakta en büyük özgürlüğü ve
sorumluluğu bireye tanıtmaktır. bu görüş bireyin kendi çıkarlarını en
iyi kendisinin bildiği ve eğitim olanağı verildiğinde bu çıkarları nasıl geliştirebileceğini de gene onun bulabileceği inancından kaynaklanır. Ayrıca bireyin bu seçimleri yapmasının hem onun gelişmesine hem de toplumsal refaha katkıda bulunacağı varsayılır çünkü bireycilik üretken çabayı özendiren en etkili yoldur bu açıdan bakıldığında toplum kendine yeterli bireyin toplamıdır..
Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik özgüvene
gizliliğe ve başka bireylere saygı göstermeye büyük önem verir.
Otoriteye ve birey üzerindeki özellikle devlet tarafından uygulanan her
türlü denetime karşı çıkar. Ayrıca "ilerleme"ye inanır ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma
başkalarıyla yarışma ve başkalarının önüne geçme (ya da gerisinde
kalma) hakkını tanır. Bireyciliğin kurumsal sonuçları da bu ilkelere
dayanır.Yalnızca en aşırı bireyciler anarşi yanlısıdır. Ama hepsi
devletin bireylerin yaşamına en az karışması gerektiğine
bireylerin birbirleriyle çatışmasını önlemek ve gönüllü olarak varılmış
anlaşmaların uygulanabilmesi için yasaları ve düzeni koruma görevini
üstlenmek zorunda olduğuna inanır. Bireycilik devleti zorunlu bir olumsuzluk olarak görme eğilimindedir ve "en iyi yönetim en az yönetimdir" sloganını benimser.
Bireycilik
her bireyin (ya da ailenin) mülk edinmek için en çok olanaktan
yararlanabileceği bir mülkiyet sistemi önerir. Birlik kurma özgürlüğü her türlü örgüte girme (ya da girmeyi reddetme) hakkını kapsar.
Enstrümantalizm
Amerikan düşünürü pragmacı John Dewey’in kuramları alet sayan
öğretisi... Amerikan düşünürü William James’in uygulayıcılığından yola
çıkan Amerikan düşünür Dewey; bilimsel yasa kuram ve kavramları birer “alet” saymaktadır. Başarılı olurlarsa iyi ve gerçektirler başarılı olmazlarsa kötüdürler ve gerçek değildirler. Deneysel mantık adıyla adlandırılan aletçilik nesnel bilimciliği yadsır. Ona göre bilimin
belli bir durumda en elverişli davranışın araştırılmasını sağlamaktan
başka hiçbir nesnel gerçekçiliği yoktur. Aletçilik nesnelliği öznelliğe
indirgediğinden ötürü de öznel düşünceci bir anlayıştır.
Entellektüalizm
Bütün varlıkları anlıksal temele indirgeyen öğretilerin genel
adı...İradecilik karşıtı ve özellikle bilgibilimde usçulukla anlamdaş
olarak kullanılmıştır. Törebilimsel anlam
ahlaksal davranışların anlıkla belirlendiği anlayışını dile getirir; eş
deyişle ahlaksal davranışlar bir bilgi ve uslamlama işidir. Genellikle
anlığın başatlığında birleşen Platon Descartes Spinoza Leibniz Wolf Kant
Hegel gibi birbirlerinden az ya da çok farklı bir çok düşünürlerin
öğretileri anlıkçılık genel adı altında toplanırlar. Genellikle
küçümseyici anlamda kullanılan terimin ayırıcı niteliği
varlıkları anlıksal temele indirgemektir. Anlıkçılar içinde Platon gibi
nesnel gerçekçiliği anlıksal gerçekçiliğin bir kopyası sayan Kant gibi nesnel gerçekliğin var olduğunu ama asla bilinemeyeceğini ileri süren Berkeley gibi nesnel gerçekliği tümüyle yadsıyan düşünürler vardır.
Entüisyonizm
Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı özel olarak Bergsonculuk... Entüisyonizm tümü idealist yapıda olarak dört bilgi alanında gerçekleştirilmiştir: felsefe ruhbilim törebilim ve matematik.
1) Felsefesel entüisyonizm: Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi
olarak Bergsonculuk adıyla da anılır. Bergson’a göre gerçeği saltık ya
da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir. Gerçeği doğrudan
doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur. Çünkü gerçek özdeksel doğa değil ruhsal doğa
eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır. Yaşam evrenin
kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir. Bu kesintisiz bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir. İşte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak
onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de
bilim gerçekleştirebilir. Çünkü us ve bilim sinematografik olarak
çalışırlar. Bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir.
Bir film ard arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur. Us ve bilim filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar. Ne var ki akışın bizzat kendisini eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar. Demek ki us ve bilim sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler. Bergson’a göre zaman uzay gibi özdeksel değildir. Uzay özdekseldir çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur. Oysa zamanı bölen parçalayan onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir. Us ve bilim zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir.) onu özdekleştirmektedir. Demek ki us ve bilim
hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor. Yaşamsal akışın eş deyişle
sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir çünkü “gerçek süre daima zaman adı verilmiş olan şeydir”. Bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir. Bergson’a göre sezgi kendi bilincine varmış içgüdüdür. Şöyle der: “ içgüdüyü söyletebilseydik
yaşamın bütün sırlarını çözerdik”. Bilinç içgüdüde içkindir ve
ruhsaldır. Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir.
2) Ruhbilimsel entüisyonizm: William Hamilton ve İskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir. Hamilton’a göre bilinç dış dünyayı
olduğu gibi ve araçsız olarak ( eş deyişle sezgiyle) kavrar ve us
deneyüstü hakikatleri bize sezgi yoluyla tanıtır. Hamilton’un sezgi
deyiminden anladığı bir çeşit dinsel vahiydir.
3) Törebilimsel Entüisyonizm: George Moore David Ross Charlie Broad Alfred Ewing vb. düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Bunlara göre iyilik ödev vb. gibi törebilimsel kavramlar apaçık
araçsız elde edilen ve ancak sezgiyle bilinebilen kavramlardır. Ne
toplumsal ne de doğasal yaşamdan çıkarsanamazlar. Törebilimsel
sezgiciliğin amacı burjuva ahlâkının değişmezliğini savunmaktır.
4) Matematiksel Entüisyonizm: Brower Weyl Heyting vb. gibi düşünürlerce geliştirilmiştir. Bunlara matematik mantık tanıtlama mantıksal kesinlikle değil doğrunun sezgisel olarak kavranmasıyla gerçekleştirilir. Sezgi bunların dilinde
düşüncelerdeki ayrılıkları saptama yeteneğidir. Düşünmek demek sezmek
demektir. Mantık kurallarının uygulanabilir olup olmadıkları da
sezgiyle saptanır.
Epistemoloji
İnsan bilgisinin yapısını ve geçerliliğini inceleyen felsefe dalı.
Bilgi felsefesi ile mantık arasında temel bir ayrım vardır. Mantık
geçerli usavurmanın biçimsel yapısını inceler ve geçerli çıkarımın
ilkelerini ortaya koyar. Epistemoloji ise her türlü bilme ediminin
yapısıyla ilgilenir. Epistemoloji etik toplumbilim ve din felsefesi gibi disiplinlerle sürekli iletişim halindedir.
Genellikle bilen bir özne ile
bilinen bir özne arasındaki ilişki olarak incelenen bilgi sürecinin bu
iki öğesine farklı anlam ve ağırlıkların verilmesi tarih boyunca farklı
bilgi felsefesi anlayışlarını doğurmuştur. Daha çok nesneye ağırlık
veren anlayışlar gerçekçi (realist) özneye ağırlık verenler ise
idealist olarak nitelenir. Gerçekçi yaklaşım bilginin nesnesinin dış dünyada gerçekten var olduğunu idealist yaklaşım ise bilginin ağırlıklı olarak öznenin kurduğu ve gerçekte var olmayan nesnelere yöneldiğini savunur. Bilgi felsefesinin bu karşıtlık içinde ortaya çıkan temel sorunu dış dünyanın gerçekliğidir; bu çerçevede bilgi felsefesi ****fizikle yakın ilişki içindedir. Bilginin nesnesinin gerçek olup olmadığı bilgi içeriğinin dış gerçeklikte bir karşılığının bulunup bulunmadığı bilmen dünya ile kendi başına bilgiden bağımsız var olan dünyanın birbirlerine ne ölçüde uyduğu aynı temel sorun çerçevesinde irdelenen öteki sorunlardır.
Erekbilim
Olayların ve ilişkilerin bir amaca ya da sona yönelik olduğu görüşü. Olguların yalnızca hareket ettirici nedenlerle değil
ereksel nedene bağlı olarak açıklanması biçiminde de tanımlanır. İnsan
düşüncesi doğadaki başka şeylerin davranışını da benzer biçiminde
açıklama eğilimindedir; buna göre nesneler ya kendileri belli bir amaca
yöneliktir ya da doğayı aşan bir zihin tarafından yönlendirilir.
Aristoteles herhangi bir şeyin tam olarak açıklanabilmesi için maddi
biçimsel ve hareket ettirici neden ile birlikte ereksel nedenin de
dikkate alınması gerektiğini ileri sürerek erekbilimin ilk kapsamlı
tanımını yapmıştır.
Terimin Aristoteles’ten gelen ****fizik anlamı
erek sözcüğünün bütün anlamlarında ereklik’in incelenmesini dile
getirir. Nesnelerin neden meydana geldiklerini açıklayan nedensellik
yasasına karşı nesnelerin hangi erek için meydana geldiklerini araştıran ereksellik anlayışı
evrende böylesine bir erek güdebilecek üstün bir gücün varlığı inancına
dayanır. Oysa bu öznel ****fizik erekselliğin karşısında nesnel ve bilimsel bir ereksellik de vardır. ****fizik ereksellik tanrılık planının sonucu bilimsel ereksellikse özdeksel ve nesnel nedenselliğin sonucudur.
Erekbilimin törebilimsel anlamı insan yaşamındaki törebilimsel erekleri saptamaya çalışır. ****fizik erekbilim evreni ereklerle araçlara arasındaki ilişkilerin bir toplamı sayar. ****fizikçiler bilimsel nedenselliğin karşısına ruhsal erekselliği çıkarırlar. Bu anlayışa göre herhangi bir varlığın yapısını ve gelişmesini belirleyen onun nedeni değil ereğidir. Bu ereği de ruhsal bir ilke üstün bir us ya da açıkça tanrı koymuştur. Örneğin buğdayı buğday eden buğday tohumu nedeni değil tanrıca saptanmış olan buğdaylaşma ereğidir.
16. ve 17. yüzyıllarda modern bilimin doğuşuyla doğal olguların
yalnızca hareket ettirici nedenlerle gereksinim duyulan mekanik
açıklamaları öne çıktı. Erekbilimsel açıklamalarda ise Aristotelesçi
teleolojide olduğu gibi şeylerin kendi doğalarında bulunan amaçlara
doğru geliştikleri değil biyolojik organizmalar dahil bütün nesnelerin ussal bir varlık tarafından yönlendirilen makineler olduğu kabul edildi.
Kant Kritik Der Urteilskraft’ta insan bilgisi açısından ele aldığı erekbilimin gerçekliğin doğası değil soruşturmanın ilerleyiş biçimi açısından bir yol gösterici olduğunu yani yapıcı bir ilke değil düzenleyici bir ilke olduğunu ileri sürdü.
Estetik
Güzeli ve güzel sanatların doğasını inceleyen felsefe dalı. Estetiği
bağımsız bir bilim olarak ilk ileri süren ve adlandıran Alman düşünürü
Alexander Baumgarten’dir. Baumgarten’in verdiği anlamda estetik duyusal bilginin bilimidir
konusu duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği de güzel üstünde
düşünme sanatıdır. Bununla beraber estetik bir felsefe kolu olarak
Alman düşünürü Kant ile önem kazanmıştır.
Estetik insanın dış dünyaya gösterdiği “güzel” ve “çirkin” sözcükleriyle dile gelen tepkileriyle ilgilidir. Ama “güzel” ve “çirkin” terimlerinin kapsamları belirsiz anlamları da öznel ve görelidir. Üstelik
etkileyici bir doğa görünümüyle ilgili gözlemlerde ya da sanat
eleştirilerinde kullanılan nitelemeler yalnızca güzel ve çirkinle
sınırlı değildir; anlamlı dengeli uyumlu ürpertici yüce gibi bir dizi başka kavram da değerlendirmeye girer.estetik kuramı bir yandan güzelin yalnızca öznel olmayan nesnel bir içerik de taşıyan bir tanımını yapmaya bir yandan da bu değişik terimler arasındaki bağıntıları belirlemeye çalışır. Temel sorunları ise estetiğin öznesine estetiğin nesnesine ve estetik yaşantıya ilişkindir.
Estetik alımlayıcı(özne): estetik alımlayıcı sanat yapıtından ya da bir doğa görünümünden haz duyan estetik tat alan bir varlıktır. Estetik tat almak sanat yapıtı üretmek ve değerlendirmek güzel ve çirkin gibi yargılarda bulunmak ancak belirli varlıklara özgü bir yetidir.
Estetik Nesne: estetik nesne terimine iki farklı anlam verilebilir: maddi nesne ve ereksel nesne. Ereksel nesne nesneye insanın yüklediği anlamdır; zihin içindedir. Oysa maddi nesne öznenin zihninden bağımsızdır. Estetik nesne ereksel anlamıyla tanımlanırsa estetik kuramının asıl konusu da estetik yaşantı olur. Oysa Kant felsefesinin öznelliğine karşı çıkanların amacı estetiğin duygular ve öznel yaşantılar alanından çıkararak estetik nesnenin kendi özellikleri üzerinde temellendirmektir.
Estetik Yaşantı: estetik yaşantı birbirini tamamlayan iki önermeyle tanımlanabilir:1) estetik nesne duyusaldır; görülür
işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır; insana bu
duyusal özellikleri nedeniyle haz verir. 2) estetik nesne aynı zamanda
düşünülen seyrine dalınan bir nesnedir; yalnızca duyulara hoş geldiği için değil bir anlam içerdiği bir değer taşıdığı için de ilgilendirir.
Bu önermelerden ilki
estetik sözcüğünün kaynağına (duyum) işaret eder. İkinci önerme ise
beğeni yargılarının temelini oluşturur. Seyretmeye değer bulunan
nesnelerin değersiz bulunanlardan ussal olarak ayırt edildiğini
gösterir.
Kant’a göre estetik yaşantının ayırt edici özelliği “çıkarsız” oluşudur.çağdaş estetiğin çıkış noktası olan bu önerme
estetiği ahlaktan da bilimden de ayırır. Ahlaki davranışlarda bir
“çıkar” öğesi vardır; evrensel sayılan bir davranış ölçüsü bütün
insanlara benimsetilmek istenir. Bilimde nesnelerin iç yapılarını işleyişlerini ve neden-sonuç ilişkilerini araştırır; nesneleri denetim altına almak insanın hizmetine koşmak ister. Oysa estetik yaşantının öznesi
estetik nesneyle bir merakını gidermek için ilgilenmez; estetik nesneyi
başka bir amaca hizmet eden bir araç olarak da görmez. Estetik yaşantı
da insan karşısındaki nesneyi hep belli bir uzaklıktan seyreder: estetik yaşantı kullanma sahip olma tüketme ve ahlaki açıdan yargılama gibi davranışları dışarıda bırakır.
Kant’a göre estetik us kuramsal us’la uygulayıcı us arasında bir köprüdür ve kuramın uygu alanındaki denetçisidir. Estetik us bir yargı gücüdür ve doğru düşüncenin iyi uygulandığını güzel yargısıyla yargılar. Kant’a göre güzel olan
doğrunun iyilikte gerçekleştirilmesidir. Kant’ın bu düşüncesinde Yunan
felsefesinde olduğu gibi güzel’i iyi ile birleşik kılan bir ereklilik
belirse de
Kant bunu biçimsel bir ereklilik “ereği olmayan ereklilik” olarak
tanımlar. Daha açık bir deyiş ile güzel’in ereği kendisidir; güzel güzel olduğu için istenilir. Güzel’in ereği başkaca hiçbir erek gözetilmeksizin gene kendisinden doğan estetik hazdır. Güzel burada bir ereğe koşulmuş olduğundan değil sadece bir ereğin biçimi olduğundan güzeldir. Buysa hiçbir karşılığı gerektirmeksizin salt bir hazdır. Kant’a göre estetik yargı
bir beğeni yargısıdır. Güzel bir yargının nesnesidir. Kant bu yargıyı
genellikle geçerli kılmak ister ve ortak estetik bir duygunun varlığını
ileri sürer. Ona göre bu yargı
herkeste ortak olan ideal bir ölçüyü yansıtır. Bu yüzdendir ki Kant
“beğeniler tartışılamaz” anlayışına karşı çıkmakta ve beğenilerin tümel
geçerli olmasını savunmaktadır.
Existentialisme
(Varoluşçuluk)
İnsanın dünyadaki varoluşunun somutluğuna ve sorunsallığına ağırlık
vererek yorumlayan felsefi yaklaşımların ortak adı. İnsanın kendi
kendini yarattığını söyler.
Varoluşçu düşünceye göre:
1) Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu yaklaşımıyla varoluşçuluk bilinç tin us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.
2) Varoluş öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla
varlığın anlamının araştırılmasını da içerir. Bu yaklaşımıyla insanı
verili eksiksiz bir gerçeklik olarak gören ve anlaşılabilmesi için parçalarına ayrılması gereken bir birim olarak algılayan nesnelcilik biçimlerinin ve bilimselciliğin karşıtıdır.
3) Varoluş insanın içlerinden herhangi birini seçebileceği bir
olanaklar bütünüdür. Bu yaklaşımıyla her türlü belirlenimciliğin
karşıtıdır.
4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle
ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir “dünyada var
olma”dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve
koşullandıran somut tarifsel bir durum içindedir. Bu yönüyle de
varoluşçuluk yalnızca tek bir “ben” in varlığını vurgulayan tek
benciliğin ve bilgi nesnelerinin zihnin içeriklerinden ibaret olduğunu
vurgulayan epistemolojik idealizmin karşıtıdır.
Varoluşçuluk 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı maddi ve manevi çöküntünün
içinden yeni bir anlayış biçimi olarak ortaya çıkmıştır. İnsan
varlığının büyük bir tehlike içinde olduğunu insanın istikrarsız bir dünyada yaşamak zorunda bırakıldığını “ dünyaya atılmış” olduğunu vurgulamıştır.
Eklektisizm
(Seçmecilik)
Farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içinde birleştirilmesi. Eklektizm öğretilerin alındığı sistemlerin bütününü benimsemediği gibi aralarındaki çözümleme amacını da gütmez. Dolayısıyla düşünce sistemlerini birleştirme ya da uzlaştırma yöntemi olan sinkretizmden farklıdır.
Fransız düşünürü Victor Cousin eklektizm yönteminden bir felsefe okulu kurmuştur. Cousin’in eklektizm öğretisi Platon’u Kant’ı ve İskoçyalıları kaynaştırır.
Soyut düşünce düzeyinde her sistemin öğretileriyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu kabul edilirse eklektizm
farklı sistemlerden keyfi olarak seçilen öğretilerin bir araya
getirilmesinden doğacak tutarsızlıklar yüzünden eleştirilebilir. Ama
uygulamada eklektik bakış açısı birçok bakımdan yararlı olabilir.
Bir devlet adamı kadar bir felsefeci de ilkesel olarak değil karşıt tarafların öne sürdüğü görüşlerin gerçek değerlerini gördüğü için eklektik olabilir. Bu tür bir eğilim
sistemler yeniliklerini yitirdiğinde ya da tarihsel koşulların ve
bilginin değişmesiyle sistemlerin yetersizlikleri ortaya çıktığında
görülür.
Elea Okulu
Antikçağ Yunan düşüncesinde Ksenofanes ve onu izleyenlerce geliştirilen öğreti...Kloplon'lu Ksenofanes
Hellen kentlerinde yetmiş yıl süren bir geziden sonra Napoli’nin
güneyindeki Elea'ya yerleşmiştir. çok tanrıcılığa karşı tek tanrı
polemiğini orada yapmış
Homeros'la Hesiodos'a karşı çıkarak Tanrı'nın birliğini ve
değişmezliğini savunmuştur. Birlik ve değişmezlik düşünceleri üstüne
kurulan Elea öğretisi Ksenofanes'in öğrencisi Parmenides'le gerçekleşmiştir. Melissos Zenon Gorgias gibi düşünürlerin sürdürdükleri bu öğreti antikçağ Yunan felsefesinin genel diyalektik yapısı içinde olumsuz yanı tutar. Deney dışı usçuluğu değişmezliği saltıklığı savunur. Elea’lı Zeon’un devimi çürütmek için ileri sürdüğü çıkmazlar da ünlüdür bunlara Zenon çıkmazları denir. Bu çıkmazlar gerçekte kolaylıkla çözülebilecek yanıltmacalardır. Felsefe tarihinde ****fizik Elalılarla başlamıştır. Elealılar bilginin kaynağını duyguda ve deneyde değil düşüncede bulurlar. Onlar için varlık birdir ve saltıktır hiç değişmemiştir ve değişmeyecektir. Bununla beraber kavramsal diyalektiği
daha açık bir deyişle mantıksal kavramların diyalektik hareketini ilk
kez ortaya atmakla Elealılar Hegel’in öncüleridir. Platon idealizminin
gerçek temeli de Elealılardır. Ksenofanes’in
kendisi devimsiz olan tanrının sadece düşünmekle dünyayı kımıldattığı
yolundaki ****fizik varsayımı da Aristoteles ****fiziğinin gerçek
kaynağıdır. Elealı Parmenides’e göre sadece varlık vardır dahası varlıkla düşünme aynı şeydir. Parmenides’e göre varolma ve yok olma duyuların hokkabazlığıdır duyularsa bir düşten daha gerçek değildirler. Yer değiştirme
renk değiştirme vb. gibi insanların sözünü ettikleri şeyler sadece
birer addırlar.Parmenides’e göre varlık ülkesinde sadece şu nitelikler
geçerlidir: meydana gelmemiş geçip gitmez bölünmez sürekli devimsiz değişmez aynı şeyde aynı şey kendinde toplu bir bütün...
Endeterminizm
Hadiselerin sebepsiz meydana gelemeyeceğini dünyada mutlak bir başlangıcı hür bir iradenin yeri olamayacağını kabul eden determinizmin karşıtı olan görüş.
Ahlakta endeterminizm insan iradesinin hiçbir şarta bağlı olmadığını içinde bulunduğu şartlarla belirlenmediğini insanın hür iradesinin sebeplilik kanununa bağlı olmadığını ileri sürer.
Endividüalizm
Bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kedine yeterli kendi kendini yönlendiren
görece özgür bireyi yada benliği vurgulayan siyaset ve toplum
felsefesi. terimi ilk kez kullanan Fransız siyaset yorumcusu Alexis de
Tacquille bireyciliği insanın yalnızca kendi ailesi ile arkadaşlarına öngören ölçülü bir bencilik olarak tanımlanmıştır.
Endividualizm
bütün ortaçağı kapsayan Hristiyan dünya görüşüne bir tepki olarak
Rönesans’ta ortaya çıkan bir dünya görüşüdür. gerçekte tarihi çok daha
eskidir. Özel mülkiyetle güçlenmiş ve toplum içinde seçkinleşmiş olan
birey topluma üstün tutan bu çok eski eğilim Rönesans ta biçimlenmiş ve
bir dünya görüşü olarak ****fizikten ekonomiye kadar çeşitli alanlarda
etkinleşmiştir. ****fiziksel açıdan bireycilik tanrılık baş gerçeği yerine bireyi koyar. Bireyin usu onu bireyselliği içinde evrenselliğe bağlamaktadır. Demek ki birey
bireysel olandan evrensel olanı tek yapıda birleştiren varlıktır.
öyleyse baş gerçek olarak ele alınmalı ve başta din kurumu olmak üzere
bütün kurumlar onun çıkarlarına uygun düzenlenmelidir.
Bireycilik bir değerler sistemi olduğu kadar insan yapısıyla ilgili bir kuram genel bir davranış biçimi ve belirli siyasal ekonomik toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına gelir. Bireyciliğin değerler sistemi üç önermeyle açıklanabilir:
1)bütün değerler insan merkezlidir: insanlarca yaratılmış olmasalar bile onlar tarafından yaşanır.
2) Birey kendi başına bir amaç ve yüce bir değerdir toplum bireyin amaçları için sadece bir araçtır.
3) Bütün bireyler
bir anlamda ahlakça eşittir. Hiç kimse hiç bir zaman yalnızca bir başka
bireyin iyiliği için araç olarak görülemez.Bireyciliğin insan yapısına
ilişkin kuramına göre normal ve yetişkin bir insanın çıkarlarını
korumanın en iyi yolu kendi amaçlarını ve bu amaçlara ulaştıracak
araları seçmekte ve o yönde davranmakta en büyük özgürlüğü ve
sorumluluğu bireye tanıtmaktır. bu görüş bireyin kendi çıkarlarını en
iyi kendisinin bildiği ve eğitim olanağı verildiğinde bu çıkarları nasıl geliştirebileceğini de gene onun bulabileceği inancından kaynaklanır. Ayrıca bireyin bu seçimleri yapmasının hem onun gelişmesine hem de toplumsal refaha katkıda bulunacağı varsayılır çünkü bireycilik üretken çabayı özendiren en etkili yoldur bu açıdan bakıldığında toplum kendine yeterli bireyin toplamıdır..
Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik özgüvene
gizliliğe ve başka bireylere saygı göstermeye büyük önem verir.
Otoriteye ve birey üzerindeki özellikle devlet tarafından uygulanan her
türlü denetime karşı çıkar. Ayrıca "ilerleme"ye inanır ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma
başkalarıyla yarışma ve başkalarının önüne geçme (ya da gerisinde
kalma) hakkını tanır. Bireyciliğin kurumsal sonuçları da bu ilkelere
dayanır.Yalnızca en aşırı bireyciler anarşi yanlısıdır. Ama hepsi
devletin bireylerin yaşamına en az karışması gerektiğine
bireylerin birbirleriyle çatışmasını önlemek ve gönüllü olarak varılmış
anlaşmaların uygulanabilmesi için yasaları ve düzeni koruma görevini
üstlenmek zorunda olduğuna inanır. Bireycilik devleti zorunlu bir olumsuzluk olarak görme eğilimindedir ve "en iyi yönetim en az yönetimdir" sloganını benimser.
Bireycilik
her bireyin (ya da ailenin) mülk edinmek için en çok olanaktan
yararlanabileceği bir mülkiyet sistemi önerir. Birlik kurma özgürlüğü her türlü örgüte girme (ya da girmeyi reddetme) hakkını kapsar.
Enstrümantalizm
Amerikan düşünürü pragmacı John Dewey’in kuramları alet sayan
öğretisi... Amerikan düşünürü William James’in uygulayıcılığından yola
çıkan Amerikan düşünür Dewey; bilimsel yasa kuram ve kavramları birer “alet” saymaktadır. Başarılı olurlarsa iyi ve gerçektirler başarılı olmazlarsa kötüdürler ve gerçek değildirler. Deneysel mantık adıyla adlandırılan aletçilik nesnel bilimciliği yadsır. Ona göre bilimin
belli bir durumda en elverişli davranışın araştırılmasını sağlamaktan
başka hiçbir nesnel gerçekçiliği yoktur. Aletçilik nesnelliği öznelliğe
indirgediğinden ötürü de öznel düşünceci bir anlayıştır.
Entellektüalizm
Bütün varlıkları anlıksal temele indirgeyen öğretilerin genel
adı...İradecilik karşıtı ve özellikle bilgibilimde usçulukla anlamdaş
olarak kullanılmıştır. Törebilimsel anlam
ahlaksal davranışların anlıkla belirlendiği anlayışını dile getirir; eş
deyişle ahlaksal davranışlar bir bilgi ve uslamlama işidir. Genellikle
anlığın başatlığında birleşen Platon Descartes Spinoza Leibniz Wolf Kant
Hegel gibi birbirlerinden az ya da çok farklı bir çok düşünürlerin
öğretileri anlıkçılık genel adı altında toplanırlar. Genellikle
küçümseyici anlamda kullanılan terimin ayırıcı niteliği
varlıkları anlıksal temele indirgemektir. Anlıkçılar içinde Platon gibi
nesnel gerçekçiliği anlıksal gerçekçiliğin bir kopyası sayan Kant gibi nesnel gerçekliğin var olduğunu ama asla bilinemeyeceğini ileri süren Berkeley gibi nesnel gerçekliği tümüyle yadsıyan düşünürler vardır.
Entüisyonizm
Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı özel olarak Bergsonculuk... Entüisyonizm tümü idealist yapıda olarak dört bilgi alanında gerçekleştirilmiştir: felsefe ruhbilim törebilim ve matematik.
1) Felsefesel entüisyonizm: Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi
olarak Bergsonculuk adıyla da anılır. Bergson’a göre gerçeği saltık ya
da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir. Gerçeği doğrudan
doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur. Çünkü gerçek özdeksel doğa değil ruhsal doğa
eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır. Yaşam evrenin
kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir. Bu kesintisiz bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir. İşte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak
onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de
bilim gerçekleştirebilir. Çünkü us ve bilim sinematografik olarak
çalışırlar. Bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir.
Bir film ard arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur. Us ve bilim filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar. Ne var ki akışın bizzat kendisini eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar. Demek ki us ve bilim sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler. Bergson’a göre zaman uzay gibi özdeksel değildir. Uzay özdekseldir çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur. Oysa zamanı bölen parçalayan onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir. Us ve bilim zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir.) onu özdekleştirmektedir. Demek ki us ve bilim
hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor. Yaşamsal akışın eş deyişle
sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir çünkü “gerçek süre daima zaman adı verilmiş olan şeydir”. Bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir. Bergson’a göre sezgi kendi bilincine varmış içgüdüdür. Şöyle der: “ içgüdüyü söyletebilseydik
yaşamın bütün sırlarını çözerdik”. Bilinç içgüdüde içkindir ve
ruhsaldır. Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir.
2) Ruhbilimsel entüisyonizm: William Hamilton ve İskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir. Hamilton’a göre bilinç dış dünyayı
olduğu gibi ve araçsız olarak ( eş deyişle sezgiyle) kavrar ve us
deneyüstü hakikatleri bize sezgi yoluyla tanıtır. Hamilton’un sezgi
deyiminden anladığı bir çeşit dinsel vahiydir.
3) Törebilimsel Entüisyonizm: George Moore David Ross Charlie Broad Alfred Ewing vb. düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Bunlara göre iyilik ödev vb. gibi törebilimsel kavramlar apaçık
araçsız elde edilen ve ancak sezgiyle bilinebilen kavramlardır. Ne
toplumsal ne de doğasal yaşamdan çıkarsanamazlar. Törebilimsel
sezgiciliğin amacı burjuva ahlâkının değişmezliğini savunmaktır.
4) Matematiksel Entüisyonizm: Brower Weyl Heyting vb. gibi düşünürlerce geliştirilmiştir. Bunlara matematik mantık tanıtlama mantıksal kesinlikle değil doğrunun sezgisel olarak kavranmasıyla gerçekleştirilir. Sezgi bunların dilinde
düşüncelerdeki ayrılıkları saptama yeteneğidir. Düşünmek demek sezmek
demektir. Mantık kurallarının uygulanabilir olup olmadıkları da
sezgiyle saptanır.
Epistemoloji
İnsan bilgisinin yapısını ve geçerliliğini inceleyen felsefe dalı.
Bilgi felsefesi ile mantık arasında temel bir ayrım vardır. Mantık
geçerli usavurmanın biçimsel yapısını inceler ve geçerli çıkarımın
ilkelerini ortaya koyar. Epistemoloji ise her türlü bilme ediminin
yapısıyla ilgilenir. Epistemoloji etik toplumbilim ve din felsefesi gibi disiplinlerle sürekli iletişim halindedir.
Genellikle bilen bir özne ile
bilinen bir özne arasındaki ilişki olarak incelenen bilgi sürecinin bu
iki öğesine farklı anlam ve ağırlıkların verilmesi tarih boyunca farklı
bilgi felsefesi anlayışlarını doğurmuştur. Daha çok nesneye ağırlık
veren anlayışlar gerçekçi (realist) özneye ağırlık verenler ise
idealist olarak nitelenir. Gerçekçi yaklaşım bilginin nesnesinin dış dünyada gerçekten var olduğunu idealist yaklaşım ise bilginin ağırlıklı olarak öznenin kurduğu ve gerçekte var olmayan nesnelere yöneldiğini savunur. Bilgi felsefesinin bu karşıtlık içinde ortaya çıkan temel sorunu dış dünyanın gerçekliğidir; bu çerçevede bilgi felsefesi ****fizikle yakın ilişki içindedir. Bilginin nesnesinin gerçek olup olmadığı bilgi içeriğinin dış gerçeklikte bir karşılığının bulunup bulunmadığı bilmen dünya ile kendi başına bilgiden bağımsız var olan dünyanın birbirlerine ne ölçüde uyduğu aynı temel sorun çerçevesinde irdelenen öteki sorunlardır.
Erekbilim
Olayların ve ilişkilerin bir amaca ya da sona yönelik olduğu görüşü. Olguların yalnızca hareket ettirici nedenlerle değil
ereksel nedene bağlı olarak açıklanması biçiminde de tanımlanır. İnsan
düşüncesi doğadaki başka şeylerin davranışını da benzer biçiminde
açıklama eğilimindedir; buna göre nesneler ya kendileri belli bir amaca
yöneliktir ya da doğayı aşan bir zihin tarafından yönlendirilir.
Aristoteles herhangi bir şeyin tam olarak açıklanabilmesi için maddi
biçimsel ve hareket ettirici neden ile birlikte ereksel nedenin de
dikkate alınması gerektiğini ileri sürerek erekbilimin ilk kapsamlı
tanımını yapmıştır.
Terimin Aristoteles’ten gelen ****fizik anlamı
erek sözcüğünün bütün anlamlarında ereklik’in incelenmesini dile
getirir. Nesnelerin neden meydana geldiklerini açıklayan nedensellik
yasasına karşı nesnelerin hangi erek için meydana geldiklerini araştıran ereksellik anlayışı
evrende böylesine bir erek güdebilecek üstün bir gücün varlığı inancına
dayanır. Oysa bu öznel ****fizik erekselliğin karşısında nesnel ve bilimsel bir ereksellik de vardır. ****fizik ereksellik tanrılık planının sonucu bilimsel ereksellikse özdeksel ve nesnel nedenselliğin sonucudur.
Erekbilimin törebilimsel anlamı insan yaşamındaki törebilimsel erekleri saptamaya çalışır. ****fizik erekbilim evreni ereklerle araçlara arasındaki ilişkilerin bir toplamı sayar. ****fizikçiler bilimsel nedenselliğin karşısına ruhsal erekselliği çıkarırlar. Bu anlayışa göre herhangi bir varlığın yapısını ve gelişmesini belirleyen onun nedeni değil ereğidir. Bu ereği de ruhsal bir ilke üstün bir us ya da açıkça tanrı koymuştur. Örneğin buğdayı buğday eden buğday tohumu nedeni değil tanrıca saptanmış olan buğdaylaşma ereğidir.
16. ve 17. yüzyıllarda modern bilimin doğuşuyla doğal olguların
yalnızca hareket ettirici nedenlerle gereksinim duyulan mekanik
açıklamaları öne çıktı. Erekbilimsel açıklamalarda ise Aristotelesçi
teleolojide olduğu gibi şeylerin kendi doğalarında bulunan amaçlara
doğru geliştikleri değil biyolojik organizmalar dahil bütün nesnelerin ussal bir varlık tarafından yönlendirilen makineler olduğu kabul edildi.
Kant Kritik Der Urteilskraft’ta insan bilgisi açısından ele aldığı erekbilimin gerçekliğin doğası değil soruşturmanın ilerleyiş biçimi açısından bir yol gösterici olduğunu yani yapıcı bir ilke değil düzenleyici bir ilke olduğunu ileri sürdü.
Estetik
Güzeli ve güzel sanatların doğasını inceleyen felsefe dalı. Estetiği
bağımsız bir bilim olarak ilk ileri süren ve adlandıran Alman düşünürü
Alexander Baumgarten’dir. Baumgarten’in verdiği anlamda estetik duyusal bilginin bilimidir
konusu duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği de güzel üstünde
düşünme sanatıdır. Bununla beraber estetik bir felsefe kolu olarak
Alman düşünürü Kant ile önem kazanmıştır.
Estetik insanın dış dünyaya gösterdiği “güzel” ve “çirkin” sözcükleriyle dile gelen tepkileriyle ilgilidir. Ama “güzel” ve “çirkin” terimlerinin kapsamları belirsiz anlamları da öznel ve görelidir. Üstelik
etkileyici bir doğa görünümüyle ilgili gözlemlerde ya da sanat
eleştirilerinde kullanılan nitelemeler yalnızca güzel ve çirkinle
sınırlı değildir; anlamlı dengeli uyumlu ürpertici yüce gibi bir dizi başka kavram da değerlendirmeye girer.estetik kuramı bir yandan güzelin yalnızca öznel olmayan nesnel bir içerik de taşıyan bir tanımını yapmaya bir yandan da bu değişik terimler arasındaki bağıntıları belirlemeye çalışır. Temel sorunları ise estetiğin öznesine estetiğin nesnesine ve estetik yaşantıya ilişkindir.
Estetik alımlayıcı(özne): estetik alımlayıcı sanat yapıtından ya da bir doğa görünümünden haz duyan estetik tat alan bir varlıktır. Estetik tat almak sanat yapıtı üretmek ve değerlendirmek güzel ve çirkin gibi yargılarda bulunmak ancak belirli varlıklara özgü bir yetidir.
Estetik Nesne: estetik nesne terimine iki farklı anlam verilebilir: maddi nesne ve ereksel nesne. Ereksel nesne nesneye insanın yüklediği anlamdır; zihin içindedir. Oysa maddi nesne öznenin zihninden bağımsızdır. Estetik nesne ereksel anlamıyla tanımlanırsa estetik kuramının asıl konusu da estetik yaşantı olur. Oysa Kant felsefesinin öznelliğine karşı çıkanların amacı estetiğin duygular ve öznel yaşantılar alanından çıkararak estetik nesnenin kendi özellikleri üzerinde temellendirmektir.
Estetik Yaşantı: estetik yaşantı birbirini tamamlayan iki önermeyle tanımlanabilir:1) estetik nesne duyusaldır; görülür
işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır; insana bu
duyusal özellikleri nedeniyle haz verir. 2) estetik nesne aynı zamanda
düşünülen seyrine dalınan bir nesnedir; yalnızca duyulara hoş geldiği için değil bir anlam içerdiği bir değer taşıdığı için de ilgilendirir.
Bu önermelerden ilki
estetik sözcüğünün kaynağına (duyum) işaret eder. İkinci önerme ise
beğeni yargılarının temelini oluşturur. Seyretmeye değer bulunan
nesnelerin değersiz bulunanlardan ussal olarak ayırt edildiğini
gösterir.
Kant’a göre estetik yaşantının ayırt edici özelliği “çıkarsız” oluşudur.çağdaş estetiğin çıkış noktası olan bu önerme
estetiği ahlaktan da bilimden de ayırır. Ahlaki davranışlarda bir
“çıkar” öğesi vardır; evrensel sayılan bir davranış ölçüsü bütün
insanlara benimsetilmek istenir. Bilimde nesnelerin iç yapılarını işleyişlerini ve neden-sonuç ilişkilerini araştırır; nesneleri denetim altına almak insanın hizmetine koşmak ister. Oysa estetik yaşantının öznesi
estetik nesneyle bir merakını gidermek için ilgilenmez; estetik nesneyi
başka bir amaca hizmet eden bir araç olarak da görmez. Estetik yaşantı
da insan karşısındaki nesneyi hep belli bir uzaklıktan seyreder: estetik yaşantı kullanma sahip olma tüketme ve ahlaki açıdan yargılama gibi davranışları dışarıda bırakır.
Kant’a göre estetik us kuramsal us’la uygulayıcı us arasında bir köprüdür ve kuramın uygu alanındaki denetçisidir. Estetik us bir yargı gücüdür ve doğru düşüncenin iyi uygulandığını güzel yargısıyla yargılar. Kant’a göre güzel olan
doğrunun iyilikte gerçekleştirilmesidir. Kant’ın bu düşüncesinde Yunan
felsefesinde olduğu gibi güzel’i iyi ile birleşik kılan bir ereklilik
belirse de
Kant bunu biçimsel bir ereklilik “ereği olmayan ereklilik” olarak
tanımlar. Daha açık bir deyiş ile güzel’in ereği kendisidir; güzel güzel olduğu için istenilir. Güzel’in ereği başkaca hiçbir erek gözetilmeksizin gene kendisinden doğan estetik hazdır. Güzel burada bir ereğe koşulmuş olduğundan değil sadece bir ereğin biçimi olduğundan güzeldir. Buysa hiçbir karşılığı gerektirmeksizin salt bir hazdır. Kant’a göre estetik yargı
bir beğeni yargısıdır. Güzel bir yargının nesnesidir. Kant bu yargıyı
genellikle geçerli kılmak ister ve ortak estetik bir duygunun varlığını
ileri sürer. Ona göre bu yargı
herkeste ortak olan ideal bir ölçüyü yansıtır. Bu yüzdendir ki Kant
“beğeniler tartışılamaz” anlayışına karşı çıkmakta ve beğenilerin tümel
geçerli olmasını savunmaktadır.
Existentialisme
(Varoluşçuluk)
İnsanın dünyadaki varoluşunun somutluğuna ve sorunsallığına ağırlık
vererek yorumlayan felsefi yaklaşımların ortak adı. İnsanın kendi
kendini yarattığını söyler.
Varoluşçu düşünceye göre:
1) Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu yaklaşımıyla varoluşçuluk bilinç tin us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.
2) Varoluş öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla
varlığın anlamının araştırılmasını da içerir. Bu yaklaşımıyla insanı
verili eksiksiz bir gerçeklik olarak gören ve anlaşılabilmesi için parçalarına ayrılması gereken bir birim olarak algılayan nesnelcilik biçimlerinin ve bilimselciliğin karşıtıdır.
3) Varoluş insanın içlerinden herhangi birini seçebileceği bir
olanaklar bütünüdür. Bu yaklaşımıyla her türlü belirlenimciliğin
karşıtıdır.
4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle
ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir “dünyada var
olma”dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve
koşullandıran somut tarifsel bir durum içindedir. Bu yönüyle de
varoluşçuluk yalnızca tek bir “ben” in varlığını vurgulayan tek
benciliğin ve bilgi nesnelerinin zihnin içeriklerinden ibaret olduğunu
vurgulayan epistemolojik idealizmin karşıtıdır.
Varoluşçuluk 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı maddi ve manevi çöküntünün
içinden yeni bir anlayış biçimi olarak ortaya çıkmıştır. İnsan
varlığının büyük bir tehlike içinde olduğunu insanın istikrarsız bir dünyada yaşamak zorunda bırakıldığını “ dünyaya atılmış” olduğunu vurgulamıştır.
Geri: Felsefe Sözlüğü
Çoğu insana yardımı Olacaktır Teşkkürler :D
CryDewıL- • HızLı üye •
- Mesaj Sayısı : 138
Rep Sayısı : 101
Kayıt tarihi : 01/05/10
Yaş : 28
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz