Medeniyetlerin Kavşak Noktası : KONYA
1 sayfadaki 1 sayfası
Medeniyetlerin Kavşak Noktası : KONYA
MEDENİYETLERİN KAVŞAK NOKTASI KONYA'DA
TARİHİ SOLUMAK
Hakikat erleri, geçti dünyadan her biri
Konya'da; ol Mevlânâ Hüdavendigâr yatur (...)
Çoktur hakkın has kulları, fikr eyle bunları
Saysam erenleri görsen ne sultanlar yatur
Konya, yüzyıllardan beri adını koruyan bir şehir... Efsaneye göre Perseus, şehre musallat olan ejderi öldürdüğü için, şükran nişanesi olarak anısına dikilen taşın üzerine onun ikonu (tasviri) işlenmiş. Bu olay, şehrin adına kaynaklık etmiş: İkonyon, İkonyum.
Müslüman halk arasında ise başka bir efsane dolaşır. Horasan illerinden batıya doğru göklerde seyran ederek ilerleyen iki Allah dostu, Anadolu'nun ortasındaki bu topraklar üzerine geldiklerinde, biri öbürüne demiş ki: "Konayım mı?" Onun cevabı da: "Kon ya!" olmuş. Böylece konmuşlar ve Konya'yı kurmuşlar...
Arkeolojik kazılar Konya yöresinin Anadolu'nun en eski yerleşim merkezlerinden biri olduğunu gösteriyor. Çatalhöyük, Karahöyük, Çukurkent, Küçükköy kazılarında çıkarılan buluntular, neolitik döneme tarihlenmektedir ki bu, M.Ö. 7.000'lere dayanmakta olup bazı kaynaklar M.Ö. 9000'lere kadar götürüyor şehrin tarihini. Kalkolitik dönem, Tunç Çağı, Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Romalılar ve nihayet Bizans dönemleri, Konya tarihinin İslâm öncesine ait başlıca duraklarıdır. Şehrin İslâm ile ilk karşılaşması Hz. Muaviye döneminde olur. Müslüman Arapların gerek Emeviler, gerekse Abbasiler döneminde yaptıkları çeşitli akınlar sonuçsuz kalır. Konya'nın İslâm'la asıl buluşma ve kaynaşması, Malazgirt Zaferi'nden bir süre sonra, Kutalmışoğlu Süleyman döneminde başlar (1074). 1076'dan itibaren 12. yüzyılın başında ve sonunda yaşanan Haçlı saldırıları, şehri İslâm'dan koparmayı başaramaz.
Konya, Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkentidir. 1220-1221 yıllarında I. Alaaddin Keykubad, şehir surlarını onartır, kulelerle donatır. Ancak şehir Selçuklu, Karamanoğlu, Moğol, İlhanlı güçlerinin iktidar mücadelelerine de sahne olur, birkaç kez el değiştirir. 13. yüzyılın sonlarında Osmanoğulları Konya'yı ele geçirirler. Ancak 14. yüzyıl başında Timur'un müdahalesiyle şehir yeniden Karamanoğlu hâkimiyetine girer. Fatih Sultan Mehmed döneminde Konya bir daha ayrılmamak üzere Osmanlı topraklarına katılır (1466). Şehrin genel bir sayımı yapılır. Bu işlem II. Bayezid, Kanuni Sultan Süleyman ve III. Murad dönemlerinde yenilenir.
Osmanlı devlet düzeni içinde "Karaman ili" adıyla yer alan şehir, Kanuni döneminde "eyalet" statüsünü kazanır. Larende (Karaman), Seydişehri, Beyşehri, Niğde, Kayseri, Aksaray, Maraş, Elbistan, Bozok sancaklarından oluşan Karaman eyaletinin sınırları, Maraş'ın ayrı bir eyalet yapılması, Bozok'un başka bir eyalete bağlanmasıyla daralır.
17. yüzyıl Osmanlı devlet ve toprak düzenindeki sarsılmalar sonucunda ortaya çıkan Celâlî isyanlarından Konya da etkilenir. Tarihe Konya Meydan Muharebesi adıyla geçen çatışmada Osmanlı ordusu, Kavalalı İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusuna yenilir (20 Aralık 1832). Ancak Kütahya Antlaşması gereğince Mısır ordusu Konya'yı boşaltır.
1867'de kurulan Konya Vilâyeti'nin sınırları Niğde, Isparta, İçel ve Teke sancaklarını da kapsamaktadır. Aynı yıl, büyük bir yangın geçiren şehir, 1873'te de büyük bir kıtlık felâketi yaşar.
19. yüzyılda bakımsız bir şehir görünümünde olan Konya'nın surları yıkık döküktür. Sur içi camiler bile haraptır. Yeni evler kerpiçtendir, ömürleri 100-150 yılı geçmez. Ticari hayat durgundur. Ancak yüzyılın sonlarında, 1896'da, Eskişehir-Konya demiryolunun açılmasından sonra ticaret canlanır. 1902'den sonra makineli tarım gelişmeye başlar. Sultan II. Abdülhamid dönemi, tüm ülke için olduğu gibi Konya için de ulaşım, eğitim, restorasyon çalışmaları açısından verimli bir dönem olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı, tüm ülkede olduğu gibi Konya'da da insan gücünün azalmasına yol açmıştır. Mütareke döneminde Konya istasyonu İngiliz denetimine girmiş (Ocak 1919), 24 Nisan 1919'da şehri işgal eden İtalyan kuvvetleri, 20 Mart 1920'de ayrılmışlar. Millî Mücadele örgütlenmesine karşı, önce Bozkır'da (Eylül-Ekim 1919), sonra Konya'da (Mayıs-Ekim 1920) yaşanan dört ayaklanma girişimi olmuş; fakat bunlar Kuvay-ı Millîye'nin kararlılığı ve halkın desteğiyle bastırılmış, Babalık (bir ara Türksözü) ve Öğüd gazeteleri de millî mücadeleyi desteklemiş.
Cumhuriyet döneminde Konya, yüzölçümü bakımından ülkenin en büyük şehri oldu. 1989 yılında çıkarılan bir yasayla Ayrancı, Ermenek, Kazımkarabekir ilçelerini de içeren Karaman'ın Konya'dan ayrılmasına rağmen, şehir bu özelliğini korudu.
1875'te kurulan Konya Belediyesi 1984'te çıkarılan yasa gereğince büyükşehir statüsüne kavuştu. 1989'dan beri belediye hizmetleri büyükşehire bağlı Karatay, Meram, Selçuklu merkez ilçeleriyle birlikte yürütülmektedir.
Alaaddin Tepesi, altında 4000 yılın kalıntılarını saklayan bir höyük. Bir zamanlar yerleşim alanı olan ve bir iç kale ile çevrili bulunan bu tepe, bugün Konya'nın merkezi durumundadır. Ancak yerleşim alanı olarak değil, tarih, kültür ve tabiat zenginliklerinin korunduğu, halkın dinlenme ihtiyacının karşılandığı bir mekân olarak dikkati çekmektedir. Tepenin kuzeyinde Alaaddin Camii, yıllar süren onarım çabalarından sonra cemaatine kavuşmanın sevincini yaşamaktadır. Yıkılmaya yüz tutmuşken Sultan II. Abdülhamid'in fermanı ile Konya valisi Saruri Paşa tarafından 1307 (1889-1890) yılında tamir ve ihya edilen cami, 1914-1918, 1920-1923 ve 1940-1945 yıllarında savaş nedeniyle askerî işlere tahsis edilerek kapatılmış, 1958'den itibaren de duvarlarında tehlikeli çatlakların belirmesi üzerine tekrar kapatılarak tamirine başlanmıştı. Cami 1996 yılında yeniden ibadete açıldı. Alaaddin Keykubad başta olmak üzere sekiz Selçuklu sultanının sandukalarını barındıran türbe de camiin avlusundadır.
Dünün Konya'sını bugün anlayabilmenin bir yolu da Alaaddin Tepesi'nin yakın civarına bir gezi yapmaktır. Tepenin doğusunda, Şehitler Abidesi'nin yanında durursanız, karşınızda uzanan çift yönlü caddenin bitim noktasında yeşil kubbesiyle göz alan Mevlânâ Dergâhı'nı göreceksiniz. 1926'dan beri müze olarak kullanılan dergâhın sağında Osmanlı padişahlarından II. Selim tarafından yaptırılmış Sultan Selim Camii'nin minarelerini de görebilirsiniz. Caddenin sağında Selçuklu eseri İplikçi Camii'nin son yıllarda yapılmış minaresiyle, solunda Osmanlı döneminde yenilenmiş Şerafeddin Camii'nin minaresi de görüş alanınıza girecektir.
Eskiden belediye hizmet binası olarak kullanılan, şimdi bir banka ile bir özel dershanenin bulunduğu yapının yüksekliğinin, caddenin genel görünüşünü bozduğunu belirtmeden edemeyeceğim.
Alaaddin Tepesi çevresinde trafik tek yönlüdür ve Kâbe'yi tavafta yahut Mevlevî semâında olduğu gibi sağdan sola doğru, yani saat ibresine ters yöndedir. Araç trafiğinin yoğun olduğu Alaaddin çevresinde 1992 Eylül'ünden beri elektrikli tramvay da dönmekte...
Çeşitli kurumların servis araçları, dolmuş olarak kullanılan minibüsler ve özel otomobiller, Konyalıları evlerine, işyerlerine, okullarına götürüp getirirken Alaaddin çevresindeki dönüşe katılırlar. Yüzlerce motosiklet, binlerce bisiklet de şehir trafiğinde dolaşımda.
Alaaddin Tepesi'nden kubbe-i hadra ile göz temasını kesip kuzeyinize döndüğünüzde, işte hemen elinizi uzatsanız yetişeceğiniz Karatay Medresesi. Şimdi Çini Eserleri Müzesi'dir. Yanındaki Atatürk Lisesi, şimdi Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü hizmetinde bulunan eski öğretmen okulu binasına bakar.
Alaaddin çevresinde sola doğru ilerlerseniz Adliye Sarayı ile karşılaşırsınız. Onun ardında restorasyonu yeni bitmiş bir Konya evi; önündeki küçücük havuzu, körelmiş kuyusu ile yazarlarımızın kullandığı bir kültür merkezi olarak şenleniyor.
Bu iki katlı yapının arkasında, belediyenin el işleri öğretim mektebi olarak hizmet veren sevimli bir yapı görülür. Onun solunda bir şadırvan, biraz aşağısında Başara Bey Mescidi bulunur.
Biraz uzaklaştığımız Alaaddin Tepesi'ne doğru döndüğümüzde çimenler ortasında kapalı bir yapıyla karşılaşılır; Sakahâne Mescidi. Vakıflar Müdürlüğüne bağlı bu yapının kapalı ve boş durmasını anlamakta güçlük çekersiniz. Selçuklu döneminden kalma bir türbe de aynı durumda. Alaaddin Tepesi'nin çevresinde yolunuza devam edin, sizi İnce Minareli Medrese bütün zarifliğiyle bekliyor olacak. Bir zamanlar daru'l-hadis olan bu yapı, şimdi Taş ve Ahşap Eserler Müzesi'dir. Kapısındaki olağanüstü taş işlemeciliği gerçekten hayranlık vericidir. Karşısındaki banklara oturup bu güzelliği doyasıya izledikten sonra yolunuza devam edin. Zafer Durağı'nda sizi belediyenin yaptırdığı Camlıköşk karşılayacaktır; oturup çay, kahve içebilirsiniz. Kitapçı, kuruyemişçi, giyim eşyaları, dayanıklı tüketim malları satan mağazalar önünden geçip giderken Alaaddin Tepesi'ne kurulmuş Orduevi'nin karşısına denk gelen kısa sokağın sonundaki Fransız Katolik Kilisesi'ni fark edersiniz. Turistlerden başka ziyaretçisi yoktur; ama Rahibe İsabella, tapınağını beklemekte, haftada iki gün kiliseyi belli saatlerde açmaktadır. Aya Eleni Kilisesi'ni ya da Akmanastır'ı görmek içinse Sille'ye gitmelisiniz. 40-50 metre daha yürürseniz, Alaaddin çevresindeki 360 derecelik dönüşünüz tamamlanacaktır.
Bu yolculuğunuz sırasında duvarlarda, camekânlarda, belediye otobüslerinin camlarında çeşitli duyurularla karışılacaksınız. Anne ve çocuk sağlığı eğitimi için düzenlenen seminerlerden tutun da el sanatları kurslarına; ud, saz, gitar, solfej derslerinden Arapça öğretimine; bir pop müziği konserinden ilâhi, tasavvuf müziği programına; bilimsel bir panelden şiir dinletisine kadar değişen yüzlerce etkinlik karşısında seçim yapmanın zorluğunu yaşarsınız. Başta Yazarlar Birliği olmak üzere çeşitli dernek ve vakıfların düzenledikleri bu etkinlikler ya kendi binalarında ya da Devlet Tiyatrosu salonu, Alaaddin Keykubad Salonu, Mevlânâ Kültür Merkezi, Konevî Kültür Merkezi'nde gerçekleştiriliyor.
Konyalılar, Selçuklu ve Osmanlı'da, toplum dinamizmine, yaşamına katalizör etkisi yapan vakıf anlayışını günümüzde de devam ettiriyor. Hemen hemen her alanda bu gayeye matuf, kendi sorunlarının çözümü için sivil örgütler oluşturmuşlar. Dernek ve özellikle vakıf statüsünde çalışan bu örgütlerin ilgi alanları oldukça geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Fakir Gençleri Evlendirme ve Mehir Vakfı çok önemli bir göreve talip oluyor. Çeşitli ilim, araştırma ve eğitim vakıfları her yıl yüzlerce çocuğun sünnet edilmesini sağlıyor. Aynı vakıflar Kur'an-ı Kerim, Arapça, tefsir, hadis, fıkıh, yabancı dil alanlarında kurslar açıyor. Halkın ve gençlerin maddi ve manevi eğitimlerine katkıda bulunuyorlar. Yoksul öğrencilere yurt ve burs sağlıyorlar. Hayvanları koruma derneği de diğer illere model oluyor.
Bütün bu vakıflar, belediyelerle dayanışma ve işbirliği içinde hizmetlerini yürütüyor. Su Vakfı ve Mezarlıklar Vakfı'nın hizmetleri; yaşarken de, ölümden sonra da insanlara faydalı olmayı, hizmet etmeyi gaye edinen bir zihniyetin eseridir.
Gerek Konya belediyeleri, gerekse sivil toplum örgütleri; ister yurt içinde olsun, ister yurt dışında, felâkete uğrayan yörelere ve insanlara başta gıda, giyecek ve ilâç olmak üzere her türlü maddi ve manevi yardımı toplayıp ulaştırmada göz yaşartıcı bir hassasiyet ve gayret gösteriyorlar, göstermeye de devam edecekleri besbelli.
17 Ağustos depremi ve Düzce başta olmak üzere Erzincan, Senirkent ve Dinar âfetlerine de; Bosna-Hersek, Azerbaycan, Kuzey Irak, Kırım, Çeçenistan mazlum ve mücahitlerine de; Afganistan, Endonezya, Pakistan depremlerinde de Konya'dan ulaştırılan bu yardımlar, İslâmi ahlâk ve duyarlılığın ve dolayısıyla kardeşliğin sevindirici yansımalarıdır.
Alaaddin Tepesi ile Mevlânâ Türbesi'ni birleştiren yolun sağ yanında, orta noktada Kayalı Park'tayız. Selçuklu yapısı İplikçi Camii, Osmanlı yapısı Şerafeddin Camii, hemen ardında Mahkeme Hamamı, solunda şimdi özel idare binası olarak kullanılan Sanayi Mektebi (eski Karatay Lisesi), güneyde PTT işleri binası, doğuda vilâyet binası dimdik ayakta. Fakat Alevi Sultan Mescidi ve türbesi yok edilmiş. İbrahim Hakkı Konyalı'nın yazdığına göre, "İstiklâl savaşından sonra bir kadir bilmez tarafından karşısındaki Şerafeddin Türbesi yıktırılırken, 1924 yılında bu kıymetli mimari manzume yol genişletme bahanesiyle Konya belediyesi tarafından yok edilmiş ve cenazelik kısmı olduğu gibi toprak altında kalmıştır." (Konya Tarihi, s. 318)
Kayalı Park'tan, güneye doğru ilerleyip Kapı Camii'ne ulaşıyoruz. Eski Konya müftüsü, muhterem vaiz Tahir Büyükkörükçü'nün sesi, çevredeki esnafın kulaklarında hâlâ çınlıyor olmalı. Manifatura, konfeksiyon, deri, zücaciye esnafının dükkânları arasından geçip Aziziye Camii'ne ulaşıyoruz. Şehrin unutulmaz simalarından merhum Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu Efendiyi anıyoruz. Konyalı, şimdi onun adına yaptırdığı, şehrin en büyük camiini belediye binasının karşısına, çok katlı yapılarıyla modernleşmeyi hızlandıran Nalçacı Caddesi'nin girişine inşâ etmiş durumda. Aziziye Camii'nin güneyinde Ahmet Efendi Hamamı'nı, çarşısını, baharatçılarını görebilirsiniz.
Belediyenin yaptırdığı, şehrin hemen hemen tüm mahallelerine yayılmış 800 tane tatlı su çeşmesinden biri de burada karşınıza çıkıyor. Bu park için özel olarak yapıldığı belli. Şehir içinde üç ayrı su şebekesinin bulunduğu tek belde belki de Konya'dır.
Mevlânâ Çarşısı'nı geçip Sultan Selim Camii'ne, Yusuf Ağa Kitaplığı'na doğru mu ilerlemek istersiniz, yoksa güneye yönelip eski Kadınlar Pazarı'nın yerine inşâ edilmiş Melike Hatun Çarşısı'na mı uğrarsınız? Hazır buraya gelmişken Pîrî Mehmed Paşa Camii'ne de varabilirsiniz. Eski garaja, bedestene, demirciler içine, dülgerler sokağına doğru uzanan bu bölge, şehrin en eski alışveriş merkezlerini barındırıyor.
Şehrin daha güzel, daha rahat ve huzurlu bir alan olarak yapılanmasında ve işlemesinde psikolojik etkenler kadar, belki bunlardan da önce ekonomik etkenlerin rol oynadığını da hesaba katmalıyız. Meselâ Konya örneğinde, özellikle Selçuklu hatırası pek çok mescit ve türbenin sokak aralarında evlerle (küçük apartmanlarla) kuşatıldığını, âdeta boğulmak üzere olduğunu görebilirsiniz. Bu tuhaflığı gidermek için, bilinçten çok, para gerekli galiba.
2002 yılında tamamlanmış bir araştırmaya göre Türkiye'de şehirlerde yaşayanların %92'si bahçeli evlerde yaşamak istediklerini belirtmiş. Bu isteğin gerçekleşmesi için ekonomik güç gerekmekte. Oysa diğer şehirlerimizde olduğu gibi Konya'da da kooperatiflerin büyük çoğunluğu çok katlı apartman biçiminde toplu konut yapımına yönelmiş durumda. Belediyelerin toplu konutlara sağladığı altyapı hizmetleri, ucuz fiyatlarla arsa temin etmeleri olumlu bir durum gibi görülebilir; ama halkımızın bahçeli ev özleminin ertelendiğini de gösterir.
Modern yapılaşmanın yoğun olduğu Selçuklu bölgesinde Nene Hatun Parkı gibi yeşil alanların hizmete sunulmuş olması, Selahaddin Eyyubi Parkı gibi 85.000 m2'lik bir alanı kapsayan projenin bitirilmesi, Kozağaç'a 100.000 m2'lik park yapılması, insanın yeşille ve toprakla ilişkisini sağlama yolunda doyurucu bir çözüm müdür, geçici bir teselli midir? Bunu zaman gösterecek.
Konya, bahçeli ev imkânı sunma açısından, coğrafi özelliklerinin de uygunluğu sebebiyle daha avantajlı bir durumda. Özellikle Karatay ve Meram ilçelerinin şehir merkezi dışındaki bölümlerinde; doğu, güney ve batı istikametlerinde tek katlı, iki katlı, bazen üç katlı ve bir aileye hizmet veren yapılar bulunuyor.
Yeşilin yoğun olduğu bir mekân istiyorsanız Meram'a çıkmalısınız. Meram deresi vadisinden esen gedâvet rüzgârıyla serinlerken ağaçlar altında piknik yapabilirsiniz. İsterseniz lokanta, çayevi gibi işletmelerden de yararlanabilirsiniz.
Çamlar arasından geçip Tavus Baba Mescidi ve türbesini selâmlayabilirsiniz. Bakımlı ve kıvrımlı yollar tepelere doğru yükselirken tabiata uygun malzemelerle düzenlenmiş, karnınızı doyurup dinlenebileceğiniz, çocuklarınızın eğlenme imkânı bulabileceği tesislere ulaştırır sizi. Halkın yoğun ilgi gösterdiği bu mekânları kalabalık bulursanız, Dere'ye ya da Akyokuş'a çıkabilirsiniz.
Her gün biraz daha büyüyen, gelişen ve genişleyen Konya'da, hemen her bölgede minarelerin şehadet parmakları gibi göğe uzandığını görürsünüz. Soluduğunuz havada, Mevlânâ'dan, Şems-i Tebrizî'den, Yunus Emre'den, Sadreddin Konevî'den, Ahmet Fakih'ten seslerin, renklerin, çizgilerin, kokuların dolaştığını hissedersiniz...
İnsanların daha çok kazanmaya, daha çok tüketmeye şartlandırıldığı bir dünyada sevginin, hoşgörünün, barışın ve adaletin sağlanmasının ne kadar güç olduğunu düşünür, "Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir" diyen Peygamber'i, "Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün" diyen Mevlânâ'yı,
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz
diyen Yunus Emre'yi hatırlarsınız.
Bu ilkelerin ve bunlara uygun tutumların sadece Konya'yı değil, tüm dünyayı aydınlatacak, esenliğe çıkaracak ilkeler ve tutumlar olduğunu derinden kavrarsınız. Bu kavrayış size asıl dönüşümün öncelikle zihinlerde ve gönüllerde oluşup kökleşmesi gerektiğini kuvvetle hissettirir.
TARİHİ SOLUMAK
Hakikat erleri, geçti dünyadan her biri
Konya'da; ol Mevlânâ Hüdavendigâr yatur (...)
Çoktur hakkın has kulları, fikr eyle bunları
Saysam erenleri görsen ne sultanlar yatur
Konya, yüzyıllardan beri adını koruyan bir şehir... Efsaneye göre Perseus, şehre musallat olan ejderi öldürdüğü için, şükran nişanesi olarak anısına dikilen taşın üzerine onun ikonu (tasviri) işlenmiş. Bu olay, şehrin adına kaynaklık etmiş: İkonyon, İkonyum.
Müslüman halk arasında ise başka bir efsane dolaşır. Horasan illerinden batıya doğru göklerde seyran ederek ilerleyen iki Allah dostu, Anadolu'nun ortasındaki bu topraklar üzerine geldiklerinde, biri öbürüne demiş ki: "Konayım mı?" Onun cevabı da: "Kon ya!" olmuş. Böylece konmuşlar ve Konya'yı kurmuşlar...
Arkeolojik kazılar Konya yöresinin Anadolu'nun en eski yerleşim merkezlerinden biri olduğunu gösteriyor. Çatalhöyük, Karahöyük, Çukurkent, Küçükköy kazılarında çıkarılan buluntular, neolitik döneme tarihlenmektedir ki bu, M.Ö. 7.000'lere dayanmakta olup bazı kaynaklar M.Ö. 9000'lere kadar götürüyor şehrin tarihini. Kalkolitik dönem, Tunç Çağı, Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Romalılar ve nihayet Bizans dönemleri, Konya tarihinin İslâm öncesine ait başlıca duraklarıdır. Şehrin İslâm ile ilk karşılaşması Hz. Muaviye döneminde olur. Müslüman Arapların gerek Emeviler, gerekse Abbasiler döneminde yaptıkları çeşitli akınlar sonuçsuz kalır. Konya'nın İslâm'la asıl buluşma ve kaynaşması, Malazgirt Zaferi'nden bir süre sonra, Kutalmışoğlu Süleyman döneminde başlar (1074). 1076'dan itibaren 12. yüzyılın başında ve sonunda yaşanan Haçlı saldırıları, şehri İslâm'dan koparmayı başaramaz.
Konya, Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkentidir. 1220-1221 yıllarında I. Alaaddin Keykubad, şehir surlarını onartır, kulelerle donatır. Ancak şehir Selçuklu, Karamanoğlu, Moğol, İlhanlı güçlerinin iktidar mücadelelerine de sahne olur, birkaç kez el değiştirir. 13. yüzyılın sonlarında Osmanoğulları Konya'yı ele geçirirler. Ancak 14. yüzyıl başında Timur'un müdahalesiyle şehir yeniden Karamanoğlu hâkimiyetine girer. Fatih Sultan Mehmed döneminde Konya bir daha ayrılmamak üzere Osmanlı topraklarına katılır (1466). Şehrin genel bir sayımı yapılır. Bu işlem II. Bayezid, Kanuni Sultan Süleyman ve III. Murad dönemlerinde yenilenir.
Osmanlı devlet düzeni içinde "Karaman ili" adıyla yer alan şehir, Kanuni döneminde "eyalet" statüsünü kazanır. Larende (Karaman), Seydişehri, Beyşehri, Niğde, Kayseri, Aksaray, Maraş, Elbistan, Bozok sancaklarından oluşan Karaman eyaletinin sınırları, Maraş'ın ayrı bir eyalet yapılması, Bozok'un başka bir eyalete bağlanmasıyla daralır.
17. yüzyıl Osmanlı devlet ve toprak düzenindeki sarsılmalar sonucunda ortaya çıkan Celâlî isyanlarından Konya da etkilenir. Tarihe Konya Meydan Muharebesi adıyla geçen çatışmada Osmanlı ordusu, Kavalalı İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusuna yenilir (20 Aralık 1832). Ancak Kütahya Antlaşması gereğince Mısır ordusu Konya'yı boşaltır.
1867'de kurulan Konya Vilâyeti'nin sınırları Niğde, Isparta, İçel ve Teke sancaklarını da kapsamaktadır. Aynı yıl, büyük bir yangın geçiren şehir, 1873'te de büyük bir kıtlık felâketi yaşar.
19. yüzyılda bakımsız bir şehir görünümünde olan Konya'nın surları yıkık döküktür. Sur içi camiler bile haraptır. Yeni evler kerpiçtendir, ömürleri 100-150 yılı geçmez. Ticari hayat durgundur. Ancak yüzyılın sonlarında, 1896'da, Eskişehir-Konya demiryolunun açılmasından sonra ticaret canlanır. 1902'den sonra makineli tarım gelişmeye başlar. Sultan II. Abdülhamid dönemi, tüm ülke için olduğu gibi Konya için de ulaşım, eğitim, restorasyon çalışmaları açısından verimli bir dönem olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı, tüm ülkede olduğu gibi Konya'da da insan gücünün azalmasına yol açmıştır. Mütareke döneminde Konya istasyonu İngiliz denetimine girmiş (Ocak 1919), 24 Nisan 1919'da şehri işgal eden İtalyan kuvvetleri, 20 Mart 1920'de ayrılmışlar. Millî Mücadele örgütlenmesine karşı, önce Bozkır'da (Eylül-Ekim 1919), sonra Konya'da (Mayıs-Ekim 1920) yaşanan dört ayaklanma girişimi olmuş; fakat bunlar Kuvay-ı Millîye'nin kararlılığı ve halkın desteğiyle bastırılmış, Babalık (bir ara Türksözü) ve Öğüd gazeteleri de millî mücadeleyi desteklemiş.
Cumhuriyet döneminde Konya, yüzölçümü bakımından ülkenin en büyük şehri oldu. 1989 yılında çıkarılan bir yasayla Ayrancı, Ermenek, Kazımkarabekir ilçelerini de içeren Karaman'ın Konya'dan ayrılmasına rağmen, şehir bu özelliğini korudu.
1875'te kurulan Konya Belediyesi 1984'te çıkarılan yasa gereğince büyükşehir statüsüne kavuştu. 1989'dan beri belediye hizmetleri büyükşehire bağlı Karatay, Meram, Selçuklu merkez ilçeleriyle birlikte yürütülmektedir.
Alaaddin Tepesi, altında 4000 yılın kalıntılarını saklayan bir höyük. Bir zamanlar yerleşim alanı olan ve bir iç kale ile çevrili bulunan bu tepe, bugün Konya'nın merkezi durumundadır. Ancak yerleşim alanı olarak değil, tarih, kültür ve tabiat zenginliklerinin korunduğu, halkın dinlenme ihtiyacının karşılandığı bir mekân olarak dikkati çekmektedir. Tepenin kuzeyinde Alaaddin Camii, yıllar süren onarım çabalarından sonra cemaatine kavuşmanın sevincini yaşamaktadır. Yıkılmaya yüz tutmuşken Sultan II. Abdülhamid'in fermanı ile Konya valisi Saruri Paşa tarafından 1307 (1889-1890) yılında tamir ve ihya edilen cami, 1914-1918, 1920-1923 ve 1940-1945 yıllarında savaş nedeniyle askerî işlere tahsis edilerek kapatılmış, 1958'den itibaren de duvarlarında tehlikeli çatlakların belirmesi üzerine tekrar kapatılarak tamirine başlanmıştı. Cami 1996 yılında yeniden ibadete açıldı. Alaaddin Keykubad başta olmak üzere sekiz Selçuklu sultanının sandukalarını barındıran türbe de camiin avlusundadır.
Dünün Konya'sını bugün anlayabilmenin bir yolu da Alaaddin Tepesi'nin yakın civarına bir gezi yapmaktır. Tepenin doğusunda, Şehitler Abidesi'nin yanında durursanız, karşınızda uzanan çift yönlü caddenin bitim noktasında yeşil kubbesiyle göz alan Mevlânâ Dergâhı'nı göreceksiniz. 1926'dan beri müze olarak kullanılan dergâhın sağında Osmanlı padişahlarından II. Selim tarafından yaptırılmış Sultan Selim Camii'nin minarelerini de görebilirsiniz. Caddenin sağında Selçuklu eseri İplikçi Camii'nin son yıllarda yapılmış minaresiyle, solunda Osmanlı döneminde yenilenmiş Şerafeddin Camii'nin minaresi de görüş alanınıza girecektir.
Eskiden belediye hizmet binası olarak kullanılan, şimdi bir banka ile bir özel dershanenin bulunduğu yapının yüksekliğinin, caddenin genel görünüşünü bozduğunu belirtmeden edemeyeceğim.
Alaaddin Tepesi çevresinde trafik tek yönlüdür ve Kâbe'yi tavafta yahut Mevlevî semâında olduğu gibi sağdan sola doğru, yani saat ibresine ters yöndedir. Araç trafiğinin yoğun olduğu Alaaddin çevresinde 1992 Eylül'ünden beri elektrikli tramvay da dönmekte...
Çeşitli kurumların servis araçları, dolmuş olarak kullanılan minibüsler ve özel otomobiller, Konyalıları evlerine, işyerlerine, okullarına götürüp getirirken Alaaddin çevresindeki dönüşe katılırlar. Yüzlerce motosiklet, binlerce bisiklet de şehir trafiğinde dolaşımda.
Alaaddin Tepesi'nden kubbe-i hadra ile göz temasını kesip kuzeyinize döndüğünüzde, işte hemen elinizi uzatsanız yetişeceğiniz Karatay Medresesi. Şimdi Çini Eserleri Müzesi'dir. Yanındaki Atatürk Lisesi, şimdi Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü hizmetinde bulunan eski öğretmen okulu binasına bakar.
Alaaddin çevresinde sola doğru ilerlerseniz Adliye Sarayı ile karşılaşırsınız. Onun ardında restorasyonu yeni bitmiş bir Konya evi; önündeki küçücük havuzu, körelmiş kuyusu ile yazarlarımızın kullandığı bir kültür merkezi olarak şenleniyor.
Bu iki katlı yapının arkasında, belediyenin el işleri öğretim mektebi olarak hizmet veren sevimli bir yapı görülür. Onun solunda bir şadırvan, biraz aşağısında Başara Bey Mescidi bulunur.
Biraz uzaklaştığımız Alaaddin Tepesi'ne doğru döndüğümüzde çimenler ortasında kapalı bir yapıyla karşılaşılır; Sakahâne Mescidi. Vakıflar Müdürlüğüne bağlı bu yapının kapalı ve boş durmasını anlamakta güçlük çekersiniz. Selçuklu döneminden kalma bir türbe de aynı durumda. Alaaddin Tepesi'nin çevresinde yolunuza devam edin, sizi İnce Minareli Medrese bütün zarifliğiyle bekliyor olacak. Bir zamanlar daru'l-hadis olan bu yapı, şimdi Taş ve Ahşap Eserler Müzesi'dir. Kapısındaki olağanüstü taş işlemeciliği gerçekten hayranlık vericidir. Karşısındaki banklara oturup bu güzelliği doyasıya izledikten sonra yolunuza devam edin. Zafer Durağı'nda sizi belediyenin yaptırdığı Camlıköşk karşılayacaktır; oturup çay, kahve içebilirsiniz. Kitapçı, kuruyemişçi, giyim eşyaları, dayanıklı tüketim malları satan mağazalar önünden geçip giderken Alaaddin Tepesi'ne kurulmuş Orduevi'nin karşısına denk gelen kısa sokağın sonundaki Fransız Katolik Kilisesi'ni fark edersiniz. Turistlerden başka ziyaretçisi yoktur; ama Rahibe İsabella, tapınağını beklemekte, haftada iki gün kiliseyi belli saatlerde açmaktadır. Aya Eleni Kilisesi'ni ya da Akmanastır'ı görmek içinse Sille'ye gitmelisiniz. 40-50 metre daha yürürseniz, Alaaddin çevresindeki 360 derecelik dönüşünüz tamamlanacaktır.
Bu yolculuğunuz sırasında duvarlarda, camekânlarda, belediye otobüslerinin camlarında çeşitli duyurularla karışılacaksınız. Anne ve çocuk sağlığı eğitimi için düzenlenen seminerlerden tutun da el sanatları kurslarına; ud, saz, gitar, solfej derslerinden Arapça öğretimine; bir pop müziği konserinden ilâhi, tasavvuf müziği programına; bilimsel bir panelden şiir dinletisine kadar değişen yüzlerce etkinlik karşısında seçim yapmanın zorluğunu yaşarsınız. Başta Yazarlar Birliği olmak üzere çeşitli dernek ve vakıfların düzenledikleri bu etkinlikler ya kendi binalarında ya da Devlet Tiyatrosu salonu, Alaaddin Keykubad Salonu, Mevlânâ Kültür Merkezi, Konevî Kültür Merkezi'nde gerçekleştiriliyor.
Konyalılar, Selçuklu ve Osmanlı'da, toplum dinamizmine, yaşamına katalizör etkisi yapan vakıf anlayışını günümüzde de devam ettiriyor. Hemen hemen her alanda bu gayeye matuf, kendi sorunlarının çözümü için sivil örgütler oluşturmuşlar. Dernek ve özellikle vakıf statüsünde çalışan bu örgütlerin ilgi alanları oldukça geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Fakir Gençleri Evlendirme ve Mehir Vakfı çok önemli bir göreve talip oluyor. Çeşitli ilim, araştırma ve eğitim vakıfları her yıl yüzlerce çocuğun sünnet edilmesini sağlıyor. Aynı vakıflar Kur'an-ı Kerim, Arapça, tefsir, hadis, fıkıh, yabancı dil alanlarında kurslar açıyor. Halkın ve gençlerin maddi ve manevi eğitimlerine katkıda bulunuyorlar. Yoksul öğrencilere yurt ve burs sağlıyorlar. Hayvanları koruma derneği de diğer illere model oluyor.
Bütün bu vakıflar, belediyelerle dayanışma ve işbirliği içinde hizmetlerini yürütüyor. Su Vakfı ve Mezarlıklar Vakfı'nın hizmetleri; yaşarken de, ölümden sonra da insanlara faydalı olmayı, hizmet etmeyi gaye edinen bir zihniyetin eseridir.
Gerek Konya belediyeleri, gerekse sivil toplum örgütleri; ister yurt içinde olsun, ister yurt dışında, felâkete uğrayan yörelere ve insanlara başta gıda, giyecek ve ilâç olmak üzere her türlü maddi ve manevi yardımı toplayıp ulaştırmada göz yaşartıcı bir hassasiyet ve gayret gösteriyorlar, göstermeye de devam edecekleri besbelli.
17 Ağustos depremi ve Düzce başta olmak üzere Erzincan, Senirkent ve Dinar âfetlerine de; Bosna-Hersek, Azerbaycan, Kuzey Irak, Kırım, Çeçenistan mazlum ve mücahitlerine de; Afganistan, Endonezya, Pakistan depremlerinde de Konya'dan ulaştırılan bu yardımlar, İslâmi ahlâk ve duyarlılığın ve dolayısıyla kardeşliğin sevindirici yansımalarıdır.
Alaaddin Tepesi ile Mevlânâ Türbesi'ni birleştiren yolun sağ yanında, orta noktada Kayalı Park'tayız. Selçuklu yapısı İplikçi Camii, Osmanlı yapısı Şerafeddin Camii, hemen ardında Mahkeme Hamamı, solunda şimdi özel idare binası olarak kullanılan Sanayi Mektebi (eski Karatay Lisesi), güneyde PTT işleri binası, doğuda vilâyet binası dimdik ayakta. Fakat Alevi Sultan Mescidi ve türbesi yok edilmiş. İbrahim Hakkı Konyalı'nın yazdığına göre, "İstiklâl savaşından sonra bir kadir bilmez tarafından karşısındaki Şerafeddin Türbesi yıktırılırken, 1924 yılında bu kıymetli mimari manzume yol genişletme bahanesiyle Konya belediyesi tarafından yok edilmiş ve cenazelik kısmı olduğu gibi toprak altında kalmıştır." (Konya Tarihi, s. 318)
Kayalı Park'tan, güneye doğru ilerleyip Kapı Camii'ne ulaşıyoruz. Eski Konya müftüsü, muhterem vaiz Tahir Büyükkörükçü'nün sesi, çevredeki esnafın kulaklarında hâlâ çınlıyor olmalı. Manifatura, konfeksiyon, deri, zücaciye esnafının dükkânları arasından geçip Aziziye Camii'ne ulaşıyoruz. Şehrin unutulmaz simalarından merhum Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu Efendiyi anıyoruz. Konyalı, şimdi onun adına yaptırdığı, şehrin en büyük camiini belediye binasının karşısına, çok katlı yapılarıyla modernleşmeyi hızlandıran Nalçacı Caddesi'nin girişine inşâ etmiş durumda. Aziziye Camii'nin güneyinde Ahmet Efendi Hamamı'nı, çarşısını, baharatçılarını görebilirsiniz.
Belediyenin yaptırdığı, şehrin hemen hemen tüm mahallelerine yayılmış 800 tane tatlı su çeşmesinden biri de burada karşınıza çıkıyor. Bu park için özel olarak yapıldığı belli. Şehir içinde üç ayrı su şebekesinin bulunduğu tek belde belki de Konya'dır.
Mevlânâ Çarşısı'nı geçip Sultan Selim Camii'ne, Yusuf Ağa Kitaplığı'na doğru mu ilerlemek istersiniz, yoksa güneye yönelip eski Kadınlar Pazarı'nın yerine inşâ edilmiş Melike Hatun Çarşısı'na mı uğrarsınız? Hazır buraya gelmişken Pîrî Mehmed Paşa Camii'ne de varabilirsiniz. Eski garaja, bedestene, demirciler içine, dülgerler sokağına doğru uzanan bu bölge, şehrin en eski alışveriş merkezlerini barındırıyor.
Şehrin daha güzel, daha rahat ve huzurlu bir alan olarak yapılanmasında ve işlemesinde psikolojik etkenler kadar, belki bunlardan da önce ekonomik etkenlerin rol oynadığını da hesaba katmalıyız. Meselâ Konya örneğinde, özellikle Selçuklu hatırası pek çok mescit ve türbenin sokak aralarında evlerle (küçük apartmanlarla) kuşatıldığını, âdeta boğulmak üzere olduğunu görebilirsiniz. Bu tuhaflığı gidermek için, bilinçten çok, para gerekli galiba.
2002 yılında tamamlanmış bir araştırmaya göre Türkiye'de şehirlerde yaşayanların %92'si bahçeli evlerde yaşamak istediklerini belirtmiş. Bu isteğin gerçekleşmesi için ekonomik güç gerekmekte. Oysa diğer şehirlerimizde olduğu gibi Konya'da da kooperatiflerin büyük çoğunluğu çok katlı apartman biçiminde toplu konut yapımına yönelmiş durumda. Belediyelerin toplu konutlara sağladığı altyapı hizmetleri, ucuz fiyatlarla arsa temin etmeleri olumlu bir durum gibi görülebilir; ama halkımızın bahçeli ev özleminin ertelendiğini de gösterir.
Modern yapılaşmanın yoğun olduğu Selçuklu bölgesinde Nene Hatun Parkı gibi yeşil alanların hizmete sunulmuş olması, Selahaddin Eyyubi Parkı gibi 85.000 m2'lik bir alanı kapsayan projenin bitirilmesi, Kozağaç'a 100.000 m2'lik park yapılması, insanın yeşille ve toprakla ilişkisini sağlama yolunda doyurucu bir çözüm müdür, geçici bir teselli midir? Bunu zaman gösterecek.
Konya, bahçeli ev imkânı sunma açısından, coğrafi özelliklerinin de uygunluğu sebebiyle daha avantajlı bir durumda. Özellikle Karatay ve Meram ilçelerinin şehir merkezi dışındaki bölümlerinde; doğu, güney ve batı istikametlerinde tek katlı, iki katlı, bazen üç katlı ve bir aileye hizmet veren yapılar bulunuyor.
Yeşilin yoğun olduğu bir mekân istiyorsanız Meram'a çıkmalısınız. Meram deresi vadisinden esen gedâvet rüzgârıyla serinlerken ağaçlar altında piknik yapabilirsiniz. İsterseniz lokanta, çayevi gibi işletmelerden de yararlanabilirsiniz.
Çamlar arasından geçip Tavus Baba Mescidi ve türbesini selâmlayabilirsiniz. Bakımlı ve kıvrımlı yollar tepelere doğru yükselirken tabiata uygun malzemelerle düzenlenmiş, karnınızı doyurup dinlenebileceğiniz, çocuklarınızın eğlenme imkânı bulabileceği tesislere ulaştırır sizi. Halkın yoğun ilgi gösterdiği bu mekânları kalabalık bulursanız, Dere'ye ya da Akyokuş'a çıkabilirsiniz.
Her gün biraz daha büyüyen, gelişen ve genişleyen Konya'da, hemen her bölgede minarelerin şehadet parmakları gibi göğe uzandığını görürsünüz. Soluduğunuz havada, Mevlânâ'dan, Şems-i Tebrizî'den, Yunus Emre'den, Sadreddin Konevî'den, Ahmet Fakih'ten seslerin, renklerin, çizgilerin, kokuların dolaştığını hissedersiniz...
İnsanların daha çok kazanmaya, daha çok tüketmeye şartlandırıldığı bir dünyada sevginin, hoşgörünün, barışın ve adaletin sağlanmasının ne kadar güç olduğunu düşünür, "Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir" diyen Peygamber'i, "Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün" diyen Mevlânâ'yı,
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz
diyen Yunus Emre'yi hatırlarsınız.
Bu ilkelerin ve bunlara uygun tutumların sadece Konya'yı değil, tüm dünyayı aydınlatacak, esenliğe çıkaracak ilkeler ve tutumlar olduğunu derinden kavrarsınız. Bu kavrayış size asıl dönüşümün öncelikle zihinlerde ve gönüllerde oluşup kökleşmesi gerektiğini kuvvetle hissettirir.
LanedLi_qirL- ѕüρєя-мσ∂єяαтöя
- Mesaj Sayısı : 100
Rep Sayısı : 114
Kayıt tarihi : 01/02/11
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz